1969 yılında Almanya’da her pazartesi günü öğle vakti, katolik kiliselerin çanları çalıyordu. Yanımdaki katolik arkadaş, bunun her pazartesi saat 12-13 arasında ve dünyadaki bütün Katolik kiliseleri için kural olduğunu, çünkü Kanuni Süleyman’ın çadırına kadar sızan ve onu hafifçe yaralayan hıristiyan askerlerinin , bu işi bir pazartesi öğle vakti yaptıklarını söyledi.
1976 yılında, bizim Macarlara terk ettiğimiz, şimdi Romanya sınırları içinde olan Temeşvar şehrinde idim. Gün pazartesi, vakit öğle idi. Bu defa yanımda Katolik değil, Ortodoks bir hekim vardı. Bana Katolik kiliselerinin çanının neden çaldığını sordu. “Muhteşem Süleyman yaralandığı için” cevabını verdim, “bunu nerden öğrendiniz?” diyerek şaşırdı. Bunları Hıristiyan dostları eleştirmek için söylemiyorum: Düşman saydıkları bir kişinin yenilgisini kutlayabilirler. Ancak, Papalığın bu emrinin nasıl dörtyüz yıldır sürdüğünü çok merak ediyorum. Bizde olsa, dört beş yıl sonra çok ayıp oluyor diye bu adet kaldırılırdı. (s: 27-28)
Tek tanrılı dinler, İslam deyimini kullanırsak “Kitap ehli” veya vahye dayanan dinler arasında, birinin diğerinden çok batılı oluşu şeklinde bir sıralama yapılamaz. Musevi Dini, Hristiyan Dini ve İslam Dini hepsi Ortadoğu kaynaklıdır. Bu bakımdan, geri kalmışlığımızı İslam Dini’ne bağlamak, kalıp halini almış bir bahanecilik ve kolaya kaçma şeklidir. (s: 38)
Her Asya ülkesi kendi doğusundaki ülkeye göre batı ülkesidir. Japonya’nın doğusunda da Amerika vardır. Şu halde, medeniyet terimlerinden şu coğrafi batı-doğu ikilisini kaldırmanın zamanı gelmiştir. Batı medeniyeti yoktur. Sadece “muasır medeniyet seviyesi” vardır. Batıya göre zevkimizi ayarlamak akılcılık değil coğrafi fetişizmdir. Ben Mozart’ı Dede Efendi’yi ve azeri müziğini seversem, niye son iki zevkimi yüz kızartıcı sayayım? (s: 53)
İnsanlar aktar dükkanı kavanozları değildir. Çok gerekli olmadıkça kimseyi etiketlememek gerekir. (s: 219)
(Dergah Yayınları, 1992, 228 sayfa)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder