Derin bir iç geçirdim. Beni teselli etmeye
çalıştığını bilsem de, sözleri inandırıcı gelmiyordu. Hayatım kendimi
eğitmek, sahip olduğum potansiyeli geliştirmekle geçmişti ve şimdi bu
potansiyel bütünüyle boşa gidecekti. Çok çaba harcamış, çok şey planlamış ve
ulaşmaya ne kadar çok yaklaşmıştım. Oysa şu anda gücüm kuvvetim tükenmiş bir haldeydim.
Hayal ettiğim gelecek, sahip olduğum kimlik bir anda çöküvermişti ve annemle
babamın taşıdığı aynı varoluşsal kaygılarla yüz yüzeydim. Teşhis teyit edilmiş,
akciğer kanseri olduğumdan kimsenin şüphesi kalmamıştı. Titizlikle planladığım,
dişimi tırnağıma takarak elde ettiğim
istikbal artık yoktu! (s:114)
Haftanın büyük bir bölümü psikoterapiyle değil
de fizik tedaviyle geçmişti. Hastalarımın neredeyse hepsini fizik tedaviye
göndermiş bir hekim olarak şimdi bunun ne kadar zor bir şey olduğunu keşfetmek
benim için ayrı bir şoktu. Bir doktor olarak hasta olmanın nasıl bir şey olduğu
hakkında az çok bir fikrimiz vardır, ama bizzat yaşamadan tam anlamıyla
bilmeniz imkansızdır. Tıpkı aşık olmak ya da anne-baba olmak gibi, bu duyguyu
da ancak yaşayan bilir. Örneğin hastalığa eşlik eden yığınla evrak işi ve ufak
tefek ayrıntılar nasıl da can sıkıcı gelir insana. Kolunuza serum
bağladıklarında ise tuzun tadı gelir ağzınıza. Şaşırdığımı gören hemşireler,
serum bağlanan herkesin o tadı aldığını söylemişlerdi bana, ama tıpta geçen on
bir yıla rağmen benim bundan haberim yoktu! (s:129)
Ölümün boş ve çorak topraklarında kaybolmuş
gibiydim ve tutunacak bir dal bulmak için çabalıyordum. Sayfalar dolusu
bilimsel çalışma, hücre içi sinyal yolakları ve sağkalım istatistikleri...
Hiçbiri derdime çare olmayınca, yeniden edebiyata dalıp okumaya başladım: Soljenitsin'den
Kanser Koğuşu, B.S. Johnson'dan Talihsizler, Tolstoy'dan İvan İlyiç'in Ölümü,
Nagel'den Zihin ve Evren, Woolf, Kafka, Montaigne, Frost, Greville, kanser
hastalarının anıları- kimin yazdığına bakmadan ölüm ve ölümlülük hakkında
bulabildiğim her şeyi okumaya başlamıştım. (s:136)
(Altın Kitaplar, 2016, 200 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Otuz altı yaşında başarılı bir
beyin cerrahı olarak yıllarını verdiği yüksek tıp ihtisasını tamamlayıp tam
emeklerinin karşılığını almak üzereyken, dördüncü evre akciğer kanseri olduğunu
öğrenen Paul Kalanithi, kendini bir anda ölümle yüz yüze bulmuştu. Düne kadar
ölümcül hastalıkları tedavi eden bir hekimken, bugün hasta yatağında yaşam
mücadelesi veren kendisiydi. Karısıyla hayalini kurdukları ve ulaşmaya çok
yaklaştıkları gelecek bir anda buharlaşıvermişti. Paul, herkesin bir başına
yüzleştiği ve hiç kimsenin muaf olmadığı o en büyük eşitleyiciye birinci elden
tanıklık etmek üzereydi.
"Yaşayan her şey
ölmeye mahkûmken, hayatı anlamlı kılan nedir?" Hayatı boyunca bu soruya
kafa yoran Paul Kalanithi, yazdığı ilk ve son kitapta, insan hayatını ölüm ve
yok oluş karşısında bile anlamlı kılan şeyin ne olduğunu sorgularken, her
ikisini de bizzat tecrübe etmiş yetenekli bir yazarın gözünden doktor-hasta
ilişkisine ışık tutuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder