14 Haziran 2017

Derviş ve Ölüm / Meşa Selimoviç
























Üzerinde çatlak bulunmayan sağlam bir duvar gibi görünüyordu hayat. Ama beklenmedik bir sarsıntı, bu mağrur duvarı, kumdanmış gibi bir anda yerle bir etti. (s:91)

Fethettiğimiz dünya değil, ayağımızı koyacak bir parça yer; dağ değil, gözümüzdeki resim; deniz değil, oynak sertliği ve üzerindeki yansımasıdır. Bize ait olduğunu sanırız. Sıkıca tuttuğumuz şey, yanılsamadır. (s:113)



Büyük bir istek, içten bir gereksinme duymadan, Ebü’l-Ferec’i okumaya çalıştım. Yalnız kendiminkileri değil, başkasının düşüncelerini de duymak istiyordum.
Kitabı gelişigüzel açtım ve Makedonya Kralı İskender’in hikayesiyle karşılaştım. İskender’e bir gün, camdan yapılmış şahane bir yemek takımı hediye etmişler. Fakat o, çok beğendiği halde, hediyelerin hepsini kırmış.
“Neden kırdınız? Hediyeleri güzel bulmadınız mı? diye sorulunca da İskender:
“Bilhassa, güzel oldukları için onları kırdım, karşılığını vermiş. O kadar güzeldiler ki, sonradan onları yitirmek, bana daha zor gelecekti. Çünkü nasıl olsa zamanla birer birer kırılacaklar ve ben şimdikinden daha çok üzülecektim.”
Basit ve saf olmasına rağmen, bu hikaye beni şaşırttı. Acı bir anlamı vardı. Bu düşünceye göre, insanın sevebileceği her şeyden vazgeçmesi gerekir; sevdiklerini yitirip, üzülmesi kaçınılmaz bir sonuçtur çünkü. Yitirmemek için, sevgiden vazgeçmek zorundayız. Başkası  yok etmesin diye, kendi sevgimizi kendimiz yok etmek zorundayız. Acı çekmek ihtimali olduğu için her türlü bağlılıktan kaçınmalıyız. (s:252)

İhtiyar:
“Nereye gidiyorsunuz?” diyerek beni durdurdu.
“Tekkeye uğramak istiyordum.”
“Sizsiz de olabilir tekke. Böyle benim gibi hastalanırsanız, her şeyin bizsiz olabileceğini görürsünüz.” (s:326)

(Timaş Yayınları, 2010, 430 sayfa)

KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

Meşa SelimoviçDerviş ve Ölüm‘de mutlak dinî doğrular üzerine kurulu dünyasında yaşayan Mevlevî şeyhi Ahmed Nureddin’in, erkek kardeşinin suçsuz yere tutuklanıp idam edilmesinden sonra düştüğü derin karmaşayı resmediyor. Suç, ceza, adalet, din ve otorite kavramları çerçevesinde insanın ruh dünyasındaki çelişkileri, gelgitleri incelikle işliyor.


1967’de yayımlanan Derviş ve Ölüm, değişik dönemlerde birçok eleştirmenin övgüsünü kazanan, sinemaya uyarlanan, MEB’in tavsiye ettiği 100 Temel Eser listesinde yer alan, otuz dile çevrilmiş ve birçok önemli edebiyat ödülüne layık görülmüş bir başyapıt. 
“Modern(ist) edebiyatçıların benmerkezci hayalciliğin pençesinde kıvrandığı bir dönemde Selimoviç, dervişliğe, ölüme ve adalet(sizlik)e ilişkin bu ölümsüz eseri yazmıştır. […] Mahmut Kıratlı’nın enfes çevirisinden okuyacağınız eser, bu yönüyle, yani ahlaki olanla politik olan arasındaki çatışmayı eksene alması, geleneksel bilgeliğin modern zamanlarla karşılaşması, ‘öteki’nin ölümü üzerinden adaleti sorgulaması bakımından son derece değerli bir hikâyedir; çok önemli bir meseleyi önümüze getirir.”
Sadık Yalsızuçanlar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder