Alabildiğin kadar ilmi al, verebildiğin kadar
ilmi aktar! Ne kadar alırsan o kadar zengin, ne kadar verirsen de, o kadar
saygın olduğunu unutma! (s: 20)
Erdem, kendin için değil, insanlık için
yaşayabilmek ve insanlık için bir şeyler yapabilmektir. Bunu başardığında,
ölümsüzlük şerbetini içmiş olacaksın. (s:22)
Radyoaktivitenin keşfi 120 yıl, DNA’nın
tanımlanması ise 50 yıl kadar önce idi. Nitekim yüzyıl evvel N.Tesla’nın
çalışmalarını esas alan buluşlardan sonra, birkaç ilaç ve tıbbi malzeme hariç,
“Batı Cephesinde Bir Gelişme” olmamıştır. Buna rağmen, yaradılışta var olan
insani duyguları ve nerede ise her fizyolojik hadiseyi “patolojik” olarak
değerlendiren bir kafa yapısı ile “hastalık” sayısında alabildiğine artış
olmuştur. Yaratılan uyduruk hastalıklar, bunları tedavi(!) eden uyduruk ilaçlar
ve bu hastalık(!) grubuna girmek için “hasta olmayan kalmasın(!)” felsefesi ile
yalvaran sağlıklı insanlar… (s:190)
Her şeye rağmen, hastaların yine de kendilerini
muayene ve tedavi edecek doktor, ameliyatlarını yapacak cerrah bulabildiklerine,
ben şaşırsam da, dua ve şükretmelerini öneriyorum. Zira hekim meslektaşlarımın
tertemiz iradelerine, bilgi ve maharetlerine hulüs-i kalp ile iltica edenlerin
ve teslim olanların, her zaman Şafi sıfatlı Yaradan’ın şifasına mazhar
olacakları inancındayım. (s:215)
(Girdap Yayınları; 2017, 252 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahisi, evrensel adı
ile Nöroşirurji; yaratılan evrende, ahenk, armoni, estetik, balans ve san’atın
en muhteşem örneğini temsil eden, sonsuz kapasite, cevher ve kabiliyete sahip
olan, şahsiyetimizi oluşturan ve geliştiren konnektomumuzu barındıran, bir
mücevher kutusunu andıran kafatası içerisinde muhafaza edilmiş beyin denen
meçhule ve onun uzantılarına dokunabilme, o esrarengiz yapıya müdahale edebilme
ve üzerinde değişiklikler yapabilme kabiliyetine ve yetkisine haiz olan, tıbbın
sıradışı bir branşıdır.
Bu mesleğin mensupları olan Beyin Cerrahları
ise, galaksileri ve yıldızları izlemelerine rağmen onlara asla dokunamayan
Gökbilimcilere, muazzam atom parçalayıcılarının buhar izlerinde Allah’ı
hissedebilen ancak parçacıkları göremeyen, protonlara temas edemeyen, kuarklara
el süremeyen Atom Fizikçilerine ve çifte sarmal DNA’nın, gen ve kromozomların
hikâyelerini anlatan ve sadece bunların fotoğraflara düşen gölgelerini
izlemekle yetinme mecburiyetinde olan Moleküler Biyologlara kıyasla, çok
imtiyazlı ve haklı bir gururun temsilcileridir. Zira onlar, o müstesna “Beyin“e
dokunabilmekte, ve hatta üzerinde işlem yapabilmektedirler.
İşte bu sıradışı ve ilahi vazifeyi, o Yüce
Yaratan’ın izni ile, deruhte etmemiz ve gerekli tecrübeyi elde edebilmemiz
için, beden ve özellikle “Beyin“lerini ellerimize ve parmaklarımıza emanet
eden, kendilerine minnettar olduğumuz hastalarımıza bir vefa borcu olarak “Ah
Bu Hastalar!“ neşredilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder