20 Aralık 2012

Hastalar ve Işıklar-Rasim Özdenören



ÇOCUK

...Düş mü görüyordu, n'olmuştu kendisine, herkeslere? Bir daha hiç bulamamacasına sevgili oyuncaklarını mı kaybetmişti? Karanlık bastırdığından beri koy'dan mavnaların boğuk sesleri, uzaktan ve yorgun, hasta babasının hırıltıları gibi hiç eksilmemişti. Bir gül açar gibi bir şey değişmişti, minicik dünyasında ürpertilerle karışan bir şeyler, "hemen o anda" bir tüy darbesiyle bilinmezliğinin içine yaslanarak, biraz da öteye beriye korkular salarak, arkadaşlarının garip ve şaşırmış bakışlarının içinde, nasıl olmuştu, dayısının gelişiyle, amcasının kocaman bıyıklarından akan suskunlukla bir şey başkalaşmıştı.

...Yan odaya da bazı bayramlarda olduğu gibi, uzaktan yakından gelen akrabaları yerleşmişlerdi. Usulca kalktı, kapıyı açıp aşağı indi. Herkes ve her şey uyumuştu. Yan odanın kapı aralıklarından ışık sızıyordu. Mutfağın kapısı gıcırdadı açılırken. Geçip ayakyolunu buldu. Geri döndü. Dönerken babasının büyük, eski, kara kunduralarına takıldı ayağı. Birden gördü kunduraları ve işte o zaman çok iyi tanıdığı korku, içinden bir demirci balyozu gibi yekindi. Arkasından itiliyormuşcasına koşarak çıktı merdivenleri. Kapıyı hızla açıp çarparak kapattı ve yatağına attı kendisini. (Babası). Yorganını gözlerine çekerken anne uyandı. Tam o sırada, duvara asılmış, babasının kocaman, gülen resmiyle karşılaştı. Çok tuhaf bir biçimde gülüyordu. Bütün bu anlamsızlıklarla olup bitenleri, bu vıcık vıcık karanlık geceyi, oradan gözleriyle yöneten oydu sanki.

"Ne oluyor?" diyerek yekindi annesi. Baktı ama sesini çıkarmadı. Bir çengel gibi kıvrılıp takılmış soru gittikçe  sivrilip sertleşerek engel oldu. Annesi kalktı, sırtında ağır bir yorgunluğu sürükleyerek yanına geldi. Her gün tahta silmekten, bulaşık, çamaşır yıkamaktan pörsümüş ellerini başının üstünde, saçlarında dolaştırdı. "Uyu" dedi. Annesinin yüzüne baktı, bir şeyi anlamak istiyordu, ama bir türlü bulamıyordu onu. Islak gözleri görünüyordu annesinin(sen niye uyumadın?). "Hadi artık." Bırakıp çekildi yatağına. Annesinin sesinde duyduğu güvenle yastığına yasladı sırtını. Eşya biraz daha duruklaşmış, biraz da berraklaşmıştı.

...Hırçın bir ses yükseldi boğazına. Huysuzlanarak:
-Anne, diye seslendi.
Annesi incecik yatıyordu.
-Ölü baba ne demek anne?
Karanlık bir şimşek gibi sıyrılıp geçti bir boşluğun üstünden ve mum ışığını şöyle bir kırpıştırarak uzaklaştı. Annesi yastığında başını kaldırmış, gözleri iri iri açık, kendisine bakıyordu. Aralarında, anlamsız bir perdeyle doğrulmuşlar, zamanın içinde yiten, eriyip giden bir şeylere karşı dikilmişlerdi. Hava sebepsiz bir yumuşamayla ezilmişti. Anne, hep çocuğa bakarak:
-Bir şey yok yavrum, bir şey yok, dedi, uyu artık.
Çocuk o zaman birden yorganı başına çekti ve bütün gücüyle ağzına bastırarak, kendini tutmağa çalışarak ağlamaya başladı.

(İz Yayıncılık, 2011, 128 sayfa)

20

KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

Öyküyü dantela gibi işleyen bir Türkçe, hayalgücünü tutuşturan tasvirler; gerçeklik duygusundan koparmayan bir örgü... Rasim Özdenören çağdaş Türk hikayeciliğindeki güçlü konumuyla kendinden sonra gelen pek çok öykücüyü etkiledi. Hastalar ve Işıklar onun şimdiden klasikleşmiş olan öyküler demeti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder