03 Kasım 2012

Siz İyi Bir İnsan mısınız? - Sıtkı Aslanhan



Allah'ın adının yeteri kadar anılmadığı evlerde huzursuzluğun olmasından daha doğal ne var? Her gün evlerin duvarlarında hangi sesler yankılanıyor? Bir bakın bakalım çocuğunuzla iletişimde; uyurken, severken, öperken, koklarken, yolcu ederken hangi cümleleri ve ifadeleri kullanıyorsunuz? Acaba evladını her sabah okula gönderirken; "Rabbime emanet ol oğlum. Rabbim şaşırtmasın. Mevlam seninle olsun." diyen kaç anne baba var? (s:18)


Öğrenci arkadaşlara hep söylüyordum; "Arkadaşlar, siz dostluk kavramını yanlış anlıyorsunuz. Sizi bir saniye ders çalışmaktan alıkoyan arkadaş;arkadaşınız değildir. O sizin düşmanınızdır. Sizi bir an çalışmaktan, hedeflerinize gitmekten alıkoyan arkadaş, nasıl sizin arkadaşınız, dostunuz olabiliyor?" (s:26)


Gelin evinizin içini değiştirin. Gelin, çocuklarınızla beraber elele, yürek yüreğe, gönül gönüle verin. O sabahın serinliğinde hep beraber kalkın sabah namazına, namazı hep beraber kılın. Namazdan sonra beraber Kur'an okuyun. Beraber dua edin, beraber sohbet edin. Her gün beraber birkaç Kur'an ayetinin mealini okuyun. Dua edin birbirinize, sevgiyi, merhameti bunları beraber paylaşın. Bakın o zaman evin havası nasıl değişecek. O kumandayı elinizden bırakıp, bilgisayar klavyesinden biraz uzaklaşıp buralara doğru daldığınızda göreceksiniz ki evinizin havası birden değişecek. Onun için yüksek sesle Kur'an okuyun. Evinizin içine kalbinizden, yüreğinizden gelerek okuyun. Dua edin, bakın o dualı atmosfer, o manevi atmosfer haylaz, işe yaramaz, adam yerine koymadığınız yavrularınızı nasıl etkiliyor. Ve göreceksiniz ki evinizden arşa doğru ne hoş kokular yükseliyor... (s:52)

...hacca gittiğimizde, ilk gittik tavaf yaptık sonra say yaptık. Tavafta da koşturduk. Hızlı bir hareket içerisindeydik. Sayda da koşturduk. Tavaf önemliydi, say önemliydi. İbadetler önemliydi. Ama haccın en güzeli, en kilit, en kritik, olmazsa olmazı Arafat vakfesiydi. Yani 'vakfe'... Yani 'durmak'... Ne zaman ki Arafat'ta durduk, ne zaman ki oradan Müzdelife'ye geçtik durduk aslında haccın en güzel tarafının o olduğunu gördük. Elbette say çok önemli, elbette tavaf inanılmaz bir haz, inanılmaz bir güzel ama o vakfede durup sadece Rabbinizle başbaşa kalmak, boynunuzu bükmek, kalbinizi, gönlünüzü, her şeyinizi ona açmak ve onunla muhteşem bir iletişim kurmak, hayatta insanın bulabileceği en güzel anın o an olduğu hissini yakalaması önemlidir."(s:59-60)

(Beni en çok etkileyen bölümde sıra:
Bir ortaokul talebesi olan Muhammed Nebi Doğanay'ın kaleme aldığı ve birincilik kazanmış kompozisyonu...)

Medine'de bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışan Allah dostu ve Peygamber aşığı bir kardeşimiz, işin son günü sabah mesaisinde kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzere iken Resulullah'ın Ravzasında elektrik çarpması sonucu vefat etti ve Cennet-ül Baki'ye defnedildi. Tabii mecburen ailesi Türkiye'ye döndü. O zaman 7 yaşında olan oğlu bugün ortaokul öğrencisidir.
Kompozisyon dersi ödevi olarak bir makale yazmış ve birinci olmuştur. İşte o peygamber aşkını en derinden yaşayan bir yüreğin yansımaları.. Biliriz ki dil kalpten geçen her şeyi ifade edemez. Allah bize de bu kardeşimiz gibi Resulullah sevgisi nasip etsin. Amin.




MEDİNE'DE BİR GÜNEŞ'İM, BİR BABAM VE BİR DE TERLİKLERİM KALDI.

"Bir seni Güneş'im, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde. Bir ilkbahar günü güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmışım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanı başında olduğu için, duyduğum ilk koku senin bahçenin gül kokuları olmuş. Babam gelipte daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş. 40 günlük olduğumda ilk ziyaretimi de Senin Hane-i Saadetine yapmışım. İlk adımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış, ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmışım. Hemen hemen yaptığım her ilkte sen varsın.
Daha konuşmasını öğrenmeden Seni sevmeyi öğrendim ben. Belki Seni çok tanımazdım ama sanki bana çok çok yakınmışsın gibi severdim Seni. Senin evini her ziyarete gelişimizde Seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik. Çocuklar evde sıkılınca babaları parka, eğlence yerlerine götürsün isterler. Biz Medine'de yaşadığımız sürece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik. Bizim canımız sıkılmaz mıydı acaba? Sanırım Medine'deki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü orada hiçbir yerde olmayan gül bahçesi ve bahçenin biricik Efendisi vardı.

Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık. Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kim bilir, korkardık belki de bahçenin güllerine basıvermekten. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun bu da bizim hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde "Babacığım neden Medine bu kadar sıcak?" diye. Babam da;"Evladım Medine'de iki tane güneş varda ondan," derdi. " Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değil mi?" derdim. Babam gülerek "Bak yavrum doğru, bütün dünyayı ısıtan bir güneş var ama bir de alemleri ısıtan ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medine'de olunca sıcaklık iki kat artıyor." Babamın bu cevabı hoşuma giderdi ve ısınırdım. Gerçektende ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama Senin güneşinde, içimizi ısıtıyordu.

Medine'den ayrıldığımızdan beri belki ayaklarımız ısınıyor ama içimiz bir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık. Ben güneşimi kaybetmiştim. Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık. Gerçi ışığı ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lazımdı.

Evet, bahçende yürürken ezanlar okunurdu. Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilali Habeşi okuyor sanırdınız. Namaz kılmak için Mescide koştururduk, bilir bilmez. Babamın yanında namaz kılardık. Büyük sütunların altından gelen soğuk havadan saçlarımızı savururduk. Zemzem bardaklarından güller yapardık. Namaz kılarken yanımıza usulca kediler  sokulurdu. Babam 'incitmeyin sakın onları, onlar Ebu Hüreyre'nin kedileri' derdi, biz de inanırdık. Senin Mescidine kediler de girebilirdi. Sen çok iyi bir ev sahibiydin çünkü.

Çarşamba günleri hep Uhud'a giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye, o bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar oradan Uhud'da yatan 70 şehide selam verirdik. Uhud Dağı'na her baktığımızda sanki orada Seni görür gibi olurduk. Uhud da Senin Ravzanın kokusu gibi gül kokardı. Orası da gül bahçesi gibiydi sanki. İşte benim yedi senem -ki en değerli en güzel yıllarım- Senin köyünde, Senin gül bahçende, Senin savaştığın yerlerde  Senin yanında, Seninle geçti. Seni görmesem de Seninle;yaşamaya o kadar alışmıştım ki Senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım,bir parçam orada kalmıştı. Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde  olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar. Ben sırf Senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım. Senin hasretin beni üşütüyor. Belki hasretin herkesi yakar, beni üşütüyor.  Çünkü benim ruhum doğduğumdan beri Senin sevginle ısınmaya alışık.

Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki. Ne olur ben Sana gelemesem bile Sen beni hiç bırakma. Işığınla gecelerimize nur ol. Sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Hani Sana Medine'deyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, ara sıra da olsa evimizi şereflendiriver. Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi. Bu ismi bana seni çok seven bir dostun koymuş. Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi. Bu ismi de canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız babacığım. Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de Senin gibi babasız büyüyorum. Ben çok şanslıyım, Sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin. Medine'den ayrıldığımızdan beri sanki Sen hep yanı başımızdaymışsın gibi hissediyorum. Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve Seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkür ederim.

Babam Senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken ağabeyimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım. Çünkü ağabeyimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimizde bende kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim. İşte şimdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı.Evet demiştim ya bir Güneş'imi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliklerim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim hep yanımızdaydı. Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı? Dünyanın bir ucuna gitmiş olsak bile bizi bırakmayacağını biliyordum. Gözümüz gönlümüz Seninle aydınlanır efendim. Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır. Bir gün Sana  gelişim geç bile olsa, gül bahçenin mermerlerinde eski günlerdeki gibi yalın ayak koşmama izin ver. Ta ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun. Terliklerimi bıraktığım o güzel mabed son durağım olsun."
'Muhammed Nebi Doğanay'
(s:96-98)

(Hayat Yayınları, 2012, 130 sayfa)

11


KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

“Dün çarşıdan geçerken iki bin testi gördüm
Kimi suskun kimi konuşkan
Her biri lisan-ı hâl ile bana dedi ki;
Testiyi yapan da satan da alan da biziz.”
Ömer Hayyam

Çarşıdaki testiler ne kadar birbirinden farklı ise bizler de o kadar farklıyız. Hâl böyleyken ve hiçbir farklılığımız yokken bunca didişme, bunca kavga, gürültü neden? Bu dünyada elde ettiklerimizden neyi yanımızda götürebileceğimizi birazcık düşünmüş olsak bu kadar gönül kırmanın, insanları ve doğayı incitmenin nasıl anlamsız olduğunu gayet iyi anlarız ve iyi bir insan olma yolunda hiç durmadan ilerleriz.
Bu kitap; geçmişin izlerini değerlendirerek, geleceğinizi en güzel şekliyle yaşayabilmek ve özünüzdeki iyiliği keşfedebilmek adına size yol gösterecektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder