10 Ağustos 2017

Gölgeler Koridoru / Muhyiddin Şekûr















İnsanların çoğu gaflet içerisinde, ölümün ya da hastalığın kendilerine dokunmayacağını sanıyorlar. Ayrıca, şunu hatırlarından çıkarıyorlar ki, elde ettikleri veya satın aldıkları her şeyin asıl sahibi Malik-i Mutlak’tır. Konuya bu açıdan bakıldığında, bütün koşturmaların, telaşların beyhude olduğu aşikar olur. (s:92-93)

“Şayet amel etmeden, tekkede ilahiler söylemekle yetinirsek, Şeytan’ın oyununu bozamayız. Söylediğimiz ilahiler elbette ervahı ve diğer varlıkları şad eder, ama bundan daha fazlasını yapmak boynumuzun borcu. Zira tasavvuf, insanoğluna hizmet etmektir. Bunu yapmaya gayret edersek, Allah’ın tevfikiyle, O’nun Ehadiyet’ini ve Samediyyeti’ni insanlara göstermek için yeni yollar keşfedeceğiz.”
“Başarısızlık gibi bir seçeneğinizin olmadığını unutmayın” dedi Şeyh. Öğrenmek ve daha sonra da çemberinizden dışarıya çıkarak öğrendiklerinizi başkalarına öğretmek zorundasınız.”(s:150)


Hırvatistan’daki mülteci doktorlar gibi, Saraybosna’daki doktorlar da savaş esnasında dirsek teması içinde, beraberce çalışmışlar, ama şahsi ıstıraplarının derinliği hakkında birbirleriyle hiç konuşmamışlardı.(s:282)


Gruptaki her bir kişinin ayrı bir hikayesi vardı. Hikayelerini paylaşırken, aslında yalnız olmadıklarını fark ediyorlardı. İçinde bulundukları tecrit halinden kurtulmak, meslekleri gereği her gün onlarca insana yardım elini uzatan bu doktorlar için çok şey ifade ediyordu. İçlerinden pek çoğu, savaş başladığından bu yana, kendi ıstırapları, mücadeleleri ya da hüsranları hakkında ilk kez konuşabilmişlerdi. Gruptaki diğer insanlarla temas kurmak, kendi benliklerinde kaybettikleri parçalara yeniden sahip çıkmalarına yardımcı olmuştu. Olaylara başkalarının gözlerinden bakabilmek kendilerini güçlü hissetmelerini sağlamıştı. Özellikle de, eğer ümitlerini kaybeder ve çektikleri ıstırapların anlamsız olduğuna inanırlarsa, katliamın faillerinin soykırım emellerinin, işte o zaman gerçekleşeceğine ikna olmuşlardı. (s:284)

(Sufi Kitap, 2013, 320 sayfa)

KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

“Şayet benim kulağa tatlı gelen fısıltılarımı işitemiyorsan, o hâlde hayat öğretsin sana öğrenmen gerekenleri…”
Amerika’da doğan, orada İslam’la tanışan, çeşitli Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde psikolojik danışmanlık dersleri veren ve şu anda misafir öğretim üyesi olarak Türkiye’de bulunan Muhyiddin Şekûr’un yıllardır beklenen kitabı;
Gölgeler Koridoru.
Şekur’un tasavvufla tanışma serüvenini anlattığı ilk kitabı Su Üstüne Yazı Yazmak bugüne kadar yüzbinlerce kişiye ulaştı. Okuyan herkesi derinden etkiledi. Yaşadığımız hiçbir şeyin tesadüf olmadığını, her tecrübenin bizi bir hâlden başka bir başka hâle hazırladığını hissettirdi.
Muhyiddin Şekûr, uzun zamandır beklenen Gölgeler Koridoru’nda, aynı akıcı üslupla hakikatte hepsi birer hikmete işaret eden hayat derslerine devam ediyor. İsmi Furkan Suresi’ndeki “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı” ayetinden mülhem olan Gölgeler Koridoru’nda görünmeyen dünyayı keşfetme tecrübelerini daha ileriye taşıyor. Görünene odaklanıldığında kolayca üzerinden atlanıp geçilebilen sıradan olayların, görünenin ötesine nüfuz edildiğinde hakikate uzanan bir nişaneye dönüştüğünü gösteriyor.
Gölgeler Koridoru, insana önce kendi bâtınına, enfüsî âlemine, sonra dış dünyadaki olayların iç yüzüne, yani aslında hakikate dair bir kavrayışa nasıl ulaşılabileceğine dair küçük ama etkileyici denemeler yaptırıyor. Bazen bir gece yürüyüşünden, bazen bir ateşböceğinden, bazen bir veranda inşaatından, bazen insanlığı tarif edilmez acılara sürükleyen savaşlardan yola çıkarak bakışımızın nereye odaklanması gerektiğine yönelik hatırlatmalarda bulunuyor.
Gölgeler Koridoru, hakikat yolcularının kaçırmaması gereken bir roman. Âdeta karanlıkta kalan insana yolunu gösteren bir “altın iplik”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder