26 Ekim 2015

Elif Şafak / Ustam ve Ben



'Derdi ki, kimseye hoyratlık etme ve kimsenin kalbini kırmasına izin verme. Ne incitenlerden ol, ne incinenlerden.' (s:78)


Cihan zamanla Sinan'ın da kendince itikatları olduğunu farketti... Yeni bir inşaata başlamadan evvel üç gün oruç tutardı. Bitirirken, bina ne kadar görkemli olursa olsun geride muhakkak bir kusur bırakırdı - ya ters döşenmiş bir çini, ya başaşağı bir taş veya kenarı kırık bir mermer. Hata orada, avamın algısından uzak ama bilen gözlere ayan dururdu. Zira mükemmellik Allah'a mahsustu. (s:158)


Saray mimarlarının Vefa'da bir kütüphanesi vardı. Yıllar içinde orayı da pek çok kez ziyaret edecekti Cihan. Ama Simeon'un köhne evinde; mürekkep, kağıt, tirşe, balmumu ve ekmek kokularıyla sarılı halde, bir kitaba burnunu gömerek herkesi ve her şeyi unutmanın, unutabilmenin verdiği hazzı hiçbir şeyden alamayacaktı. Aşk gibiydi okumak da... Neden, nasıl müptelası olduğunu, bilen zaten gayet iyi bilirdi; bilmeyene de anlatamazdın bir türlü. (s:178)


... Onlara işlerine bakmalarını, kimseye dil uzatmamalarını söyledi, çünkü şayet tembellik ve dedikodu denen iki kanat olmasa şeytan asla bu kadar yüksekten uçamazdı.(s:271)


Cihan'a öyle geldi ki, esasında bu dünya seyirlik bir yerdi; yoksulu zenginiyle herkes, şu veya bu şekilde, bir resmi geçitteydi. Her biri hayatta kendi numaralarını icra ediyor; sahnede kimi daha kısa, kimi daha uzun kalıyor ama nihayetinde her insan, benzer bir tatminsizlik ve tamamlanmamışlık duygusuyla arka kapıdan usulca çıkıp gidiyordu.
(s: 334) 


İşlenmeyen demir pas, kullanılmayan ahşap küf, çalışmayan insan zan besler, derdi Sinan. Boş durmak yoktu. (s: 374)


(Doğan Kitap, 2013, 478 sayfa)



KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:



Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…


Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistan’dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.

Elif Şafak’ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…


Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...


Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…


Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.

“İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder