10 Ekim 2013

Kalbimizi Yeniden Yazmak-Senai Demirci



Said Nursî ne anlatırsa anlatsın, nefsin mükellefiyetini hatırlatır. Risalelerde, 'cihad' cephesi, dünyevî terbiyemizin bize dikte ettiğinden apayrı bir yerde açılmıştır. Bu cephe, kendi ölçülerimizle tanımladığımız 'Müslümanlar' ile 'kâfirler' arasında değil, kendimiz ile nefsimiz arasındadır; kalbimizle nefsimiz arasındadır.
Kendimizi bu cepheye koyduktan sonra, Risale'nin kapıları aralanmaya başlar, Said Nursî konuşmaya başlar. Buna göre, meselâ "iktisat", moda deyimiyle, az tüketmek değil, çok tüketmek de değildir. İktisadın nicelikle ve tüketmekle doğrudan ilgisi yoktur. İktisadı anlatmak için, Said Nursî bizi yaşayageldiğimiz ve belki de benimsediğimiz vatandaş-devlet, eşya-tüketici gibi dünyevî eksenlerden sıyırıp, bambaşka bir eksene davet eder: Kul-Rab ekseni. Bu eksen içinde, kimliğimiz ne olursa olsun, öncelikle ve bizzat bir Rabbin terbiyesine muhatap bir abd'iz. O Rab bizi türlü türlü nimetlerle terbiye etmektedir; öyleyse, paramızla alıyor olduğumuz bir mamul çıplak anlamda bir eşya değil, terbiyemiz için tasarrufumuza verilmiş bir nimettir, terbiye vesilemizdir. Verilmiş bir nimete muhatap olduğumuza göre, aslında "tüketiyor" değil, imtihan oluyoruz, terbiye ediliyoruz. O halde, "tüketici" değil, terbiyeye muhatap bir "kul"uz. Terbiyemiz de az ya da çok tüketmekle değil, nimete şükürle karşılık verip vermemekle ilgilidir. Yani, ekmeği Onun adına mı yiyoruz, yoksa kendi adımıza mı yiyoruz? Nimet vereni hatırlıyor muyuz, hatırlamıyor muyuz? (s: 35-36)

Hakkı tebliğ etmenin ilk şartı, karşılığında herhangi bir ücret istememektir. Risale mesleğinin zekât istememe ya da beklememe ilkesi bunun en görünür ucunu temsil eder. Oysa ücret istemenin, daha gizli, fark edilmeyen biçimleri de vardır... Hangi düzeyde olursa olsun, herkes hakkı anlattığı birinden, karşılığında hemen benimsemesini, benimsememişse de hemen kendi yanında (kendi siyasal partisinde, kendi cemaatinde, kendi meşrebinde) olmasını bekliyor, umuyor. Sürekli 'yandaş' aramameyli, tebliğin yalınlığını zedeliyor, hakkın hatırını gölgede bırakıyor. Yâsîn Suresi'nde zikredilen "Sizden ücret istemeyenlere ittiba ediniz." sırrı böylece ihlal ediliyor. (s: 57)

...Risale-i Nur. İmanı hayatın içine taşımıştır. İman etmeyi, "hayatın hayatı" kılmıştır. Yaşamanın her detayında kulluk endişesini ön plana getirmiş, kulluğu nerdeyse bir alışkanlık haline getirmiştir. Kur'anî tefekkürü, nebevi ubudiyeti dilimizin ucuna yerleştirmiştir. Bu haliyle, Risale-i Nur avam ve havas, entellektüel ya da ümmi, her kesimden insanın ortak dili olabilmiştir. Bu topraklarda iman eksenli ve ubudiyet kaygılı özel bir 'kültür dili' oluşturmuştur. Mesela ben "tesadüf" yerine "tevafuk" demeyi Risale'den ve Nur talebelerinden öğrendim. Ve biliyorum ki, 'tesadüf' ile 'tevafuk' kelimesi arasında koskoca bir 'iman-ı bilkader rüknü' saklıdır. Tesadüf, sahipsizliği ve kendi başınalığı ima ederken, tevafuk, farkında olmasak da, bilmesek de, her şeyin bir takdire bağlı olduğunu, bir kader çerçevesi içinde akıp gittiğini haber verir. Aynı şekilde, "tabiat" değil de "kâinat" dediğimde, eşyanın kendi kendine olmuşluğunu ima etmek yerine 'kün' emrine muhatap olarak var edildiğini ve 'kün fe yekün' ile halen yeniden yeniye yaratılıyor olduğunu ifade ettiğimi biliyorum. Birisi, 'kâinat'ı 'evren' diye sadeleştirmeye kalktığında, 'kainat' kelimesinin kökündeki 'kün' emriyle irtibatı kaybeder, kâinatı 'kün' emrinin alanı olmaktan çıkarır. (s: 97-98)

(Timaş Yayınları, 2010, 158 sayfa)

fatma dua


KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

Risâle-i Nûr, bir insan teki olarak, var oluşumuzdaki derin çelişkileri uyandırıyor, üzerine kül bastığımız temel acılarımızı tazeliyor. Her birimizi ‘doğuştan Müslüman’ kabul eden tarafgirlik kalıplarını hiç ciddiye almadan, ‘elimizde hazır bulduğumuz’ imanımızı dayanak yapmadan,sıfır noktasından hareketle, tüm insanları aynı kumaştan dokunmuş bilerek konuşuyor. Bizi tam da düştüğümüz yerden kaldırıyor.
Risâle-i Nûr, kalbimizi yeniden yazıyor....

"Said Nursi bizim tarafımıza durup, sorular soruyor. Cevaplar arıyor. Kendi nefsine anlatamadığını başkasına anlatmıyor. Bizi tam da düştüğümüz yerden kaldrıyor. Ve kalbimizi yeniden yazıyor."

Risale ve Ben, Risale ve Biz, Risale ve Esma, Risale ve Söz, Risale ve Ayet, Risale ve Dil bölümlerinin yer aldığı kitapta Senai Demirci, pek çoğumuzun yaşadığı Risale-i Nur'la tanışma ve kendimizi büyük bir kitabın ortasında bulma serüvenini sıcak ve akıcı üslubuyla öykülüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder