04 Eylül 2013

Can Kırığı - Senai Demirci


Gece Yürüyüşü

İsra suresinin görünüşte sadece ilk ayetinin miraca hasredilmiş olması ve geri kalan 110 ayet boyunca "isra"ya, yani "gece yürüyüşüne" görünür bir atıfta bulunulmaması hayli dikkat çekici. İsra suresi, ilk ayetinin ardından gelen bütün ayetleri boyunca, görünürde olmasa da, mana itibarıyla "isra"dan ve "mirac"dan söz ediyor. Bize, kul olarak Resûlullahın(asm) açtığı ve dönüşte kapısını da açık bıraktığı o yol üzerindeki yükselişimizin ve ilerleyişimizin kodları ve şartları sıralanır İsra suresi boyunca.

Böyle bir çıkarıma, hiç şüphesiz İsra suresinin ilk ayetindeki "kul" vurgusu zemin hazırlıyor. "Tenzih o Subhân'a ki, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan havalisini mübarek kıldığımız o Mescid-i Aksâ'ya isrâ buyurdu; ona âyetlerimizden gösterelim diye." (s:99-100)

Muhammed-i Arabî'nin(asm) kulluğuna taç olarak giydirilen Mirac mucizesini başımıza taç eylemenin bir yolu olmalı. Mirac hadisesinden kul olarak hayranlıklar ve hayretler devşirdiğimiz kadar, mükellefiyetler ve vazifeler de çıkarabilmeliyiz. Böyle olunca, İsra suresinin "isra" ayetinden sonraki 110 ayetininbize kul olarak Mirac'a giden yolları gösterdiğini görebiliriz. Her birimizin yüzümüzü arzî olandan semavî olana çevireceği bir "gece yolculuğu" yapması gerekmektedir İsra suresine göre. Her birimiz üzerimizdeki enaniyet ve kibir yüklerini atıp, göğe yükselmeye hazır hale gelmeliyiz İsra suresinde sıralanan ayetlere göre. Her birimiz imanı ve salih ameli binek eyleyip, Resul-i Ekrem'in(asm) gölgesinde bütün peygamberlerin kıssalarını, tıpkı " muallak taşı" gibi, kendimize bir yükseliş mihengi eylemeliyiz. Kul olarak her birimiz ayak bileklerimize bağladığımız cimrilik, bencillik, menfaatperestlik gibi taşları savurmalı, zekat, ihsan, ana babaya, yetime ve fakire ikram ile ayağımızı yerden kesmeliyiz. Her birimiz "zalûm ve cehûl" (çok zalim ve çok cahil) olma pahasına üzerimize aldığımız "emanet-i kübra"yı, beş vakit secdelerde huşû içinde yerine teslim etmeliyiz. Kendimizi dünyevî kalıpların arasına sıkışmış ve ezilmiş bir beşer olarak değil de, bütün zamanları kucaklayan, sonsuz semaların orta yerinde, sonsuzluğa aday bir Ademoğlu olarak görmeli ve öylece yükselmeliyiz. Çünkü, her birimiz kuluz ve her birimiz "isra"ya davetliyiz. (S:101-102)

(Timaş Yayınları, 2010, 168 sayfa)

95

KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

Can, paslı bir bıçak yarasıdır varlığın göğsünde.

Tenin beyaz yüzünde bir kardelen hülyasıdır.

Gökyüzünün en canlı yıldızı, yerin en kanlı çiçeğidir.

Yarada kabuk bağlayan her neyse, buzda kristal kristal biçimlenen ne ise, gökten yukarıda, yerden aşağıda ne varsa kaynayan, hepsi can yüzünden, hep can gözünden, hep can özünden.

Yüreğimizin yanında gerili oktur can, ki buralı değildir, şimdiye razı değildir; bizden önceleri ve bizden sonralarıdır.

Gölgemizin kuytusunda saklı hayaldir can, ki bizden ama bizden olmayandır, bizimle ama bizimle kalmayandır.

Alnımızda doğmuş şebnemdir can, ki bizde ama bize ait olmayandır, bizden ötelerde aşkları vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder