23 Şubat 2011

Söz Yangını - Senai Demirci




Gıybet eden, doğruyu söyler. Yalan söylemek, gıybetin tanımı içinde yoktur. “Kardeşin hakkında, onun hoşlanmayacağı doğru şeyleri söylemen gıybettir” der Peygamberimiz. Her söylediğimiz doğru olmalı, evet, ama her doğruyu söylemek doğru değil demek ki… Gıybetin konusu, söylememin doğru olmadığı bir doğrudur.

Gıybet ettiğimde haklı da olabilirim. Bana yapılan hareketi hak etmemişimdir. Ayrıca, yapılan yanlıştır da. Haklı olduğum halde, yapılan açıkça yanlış olduğu halde bile, gıybet etmekle haksızlık etmiş oluyorum. Demek ki gıybet, hak etmediğim bir şey…


Gıybetini ettiğim kişinin yüzüne daha önce bunu söylemiş olabilirim. “Yüzüne de söyledim zaten!” diye başlayabilirim. Gıybetini ettikten sonra yüzüne de söyleyecek olabilirim. “Burada olsa, yüzüne de söylerim!” diye başlayabilirim. Ama daha önce yüzüne söylemiş olmam ayrı bir eylem, şimdi yüzü yokken başkalarına söylemiş olmam ayrı bir eylemdir. Kendi yüzüne söylediğimi, başkalarına söylememden hoşnut olmayabilir. Daha sonra yüzüne söyleyecek olsam bile, yüzü yokken başkalarına da söylediğimi söyleyebilecek miyim? Söylemeye vakit bulacak mıyım? Söylemeye yüzüm olacak mı? Ya o zaman, “Başkalarına söylemeseydin kardeş!” derse ne cevap vereceğim? (s: 12-13)



Gıyabında, yani yokluğunu kollayarak, yani seni işitmediğinden emin olduğunda, kendisine bildirilmeyeceğini garanti bildiğinde, kardeşin hakkında söylediğin doğru şeyler, kardeşini öldürüp cesedini dişlemek gibi iğrenç bir cinayet. Cinayetine ortak ettiğin diğer kardeşlerinle birlikte, hayalini hep birlikte önünüze koyuyorsunuz gıybetini ettiğin kardeşinin. Yüzü orada hayalen ama sen “Yüzü olsa söylerdim!” kalkanıyla ayıplanmaktan korunarak kardeşinin ayıplarını bir bir sayıyorsun. Bir ölü gibi; yüzü var ama tepki vermiyor sana kardeşin. Yüzünü hep birlikte hatırlıyorsunuz; ağzı var, dili var, yanağı var, gözleri var, elleri var hayalinizde. Ama sen “Yüzüne de söyledim” diyerek, sakladığı ayıplarını, gizlediği kusurlarını, pişmanlık duyduğu/duyacağı günahlarını bir bir ortaya döküyorsun. Ne itiraz ediyor sana diliyle, ne gözleriyle sitem yolluyor, ne de etini oradan buradan kopardığınız halde elini kaldırıyor. Aslında, o kardeşinizin gıybetini birlikte ettiğiniz kardeşlerine de “Siz de beni bir ölü gibi dişleyebilirsiniz yokluğumda…” diye mesaj veriyorsun. Kendini de öldürüyorsun; bilmeden. Aslında, birlikte gıybet ettiğiniz diğer kardeşlerine “Yokluğunuzda sizi de ölü gibi dilim damağım arasına alıp ayıplarınızı sayarak dişleyebilirim” diye tehditler gönderiyorsun.



“Nasıl olur da, (siz iman edenler)in içinden ölü kardeşinin etini seve seve dişleyen biri çıkar?” (Hucurat, 12). Hiç yakışır mı bize?



“İğrendiniz değil mi?” (Hucurat, 12). İğrendim mi?



Bir iğrençlik, kendisiyle iğrenebilen vicdanlar arıyor kendine… (s: 20-21)


(Timaş Yayınları, 2010, 176 sayfa)





KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

Gıybet etmemek, "Allah'ı görür gibi yaşama" çabasıdır. Allah'ın duyduğunu bilerek konuşma duyarlılığıdır. Allah'ın işitmesine göre nefes tüketme inceliğidir.
Allah işitmiyormuş gibi konuşmak günah değil mi?

Bir insanın, gıyabında da onurunun korunduğu, olmadığı yerde de saygı gördüğü, işitmediği kapı arkalarında da hatırının sayıldığı biricik medeniyetin mensupları olarak, gıybetsizliğe davet ediyor bizleri. Gıybet Gönülsüzlüğüne...

Hep birlikte, sözlerimizden çıkan yangını söndürelim diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder