17 Ocak 2014

Günler Akarken/Ersin Nazif Gürdoğan




İnsanlar Batıda daha çok kazanmak ve son sözü söyleyen kişiler olmak için, ekonomik rekabeti dehşet verici bir yarış haline getirdiler. Bu dehşet verici yarış, günümüzde bir savaş haline dönüşmüştür. Bu savaşın en çarpıcı şekli;  araba yarışları ve milyonlarca kişinin değişik biçimde katıldığı spor karşılaşmalarıdır. İş dünyasında son sözü söylemek için yapılan rekabet ise, futbol karşılaşmalarında olduğu gibi insanın saldırgan ve acımasız yanının dışa vurulduğu en önemli alanlardan biridir.
İş dünyasındaki rekabet sıcak bir savaşın her gün  yaşanan ve göze pek çarpmayan önemli bir biçimdir. Bu savaş içinde nasıl davranacağımızı, nasıl evler yapacağımızı, evlerimizi nasıl döşeyeceğimizi, neler giyeceğimizi, neler okuyacağımızı, nasıl bir müzik dinleyeceğimizi, büyük şirketler, daha doğrusu, onların küçük bir azınlık olan yöneticileri kararlaştırıyor. Bu mekanizma içinde, insanın tutum ve davranışlarını biçimlendirmede en önemli dayanaklardan biri, modernleşme tutkusudur. (s: 32-33)



Hayatın bu hızlı akışı içinde günü kurtarma, tedirginliği yenme ve zamanın getirdiği parasal yükleri karşılama zorunluluğu, mesleği ne olursa olsun herkesi paranın tutsağı haline getiriyor. Herşey artık para ile ölçülüyor. Bir uçtan diğerine tüm dünya paranın çevresinde dönüyor. İnsanlar günün ortaya çıkardığı masrafları dengeleyebilecek bir gelir düzeyine ulaşmak için köleler gibi çalışmak zorundalar. Kimsenin okuldan kaçmış çocuklar gibi dolaşmaya imkanı yok. Akan hayatın ve içine itildiğimiz sonu gelmez yarışın anlamsızlığını kavramasın diye, insanın kendine hiç zaman bırakılmıyor. Gündüz iş, boyalı basın, gece, eğlence ve televizyon insanı kendi kendine bırakmıyor. (s:37)


Biz müslümanların batılıların, ekonomik, politik kültürel ve askeri alanlarda sürdürdüğü topyekün saldırıya karşı, elimizdeki en büyük güç, inanmış insandır. İnanmış insanın herşeyden önce gelen eşsiz iki silahı: Oy ve paradır. Müslüman ülkelerin uluslararası platformlarda, oyla karşı koyamadığı batılılara, mavzerlerle karşı koyması çok daha zordur. Aynı şekilde kolalı içeceklerden televizyon dizilerine kadar batılıların ürettiği ürünleri satın almayarak, cezalandırmayanların, sıcak savaşlarda tam bir üstünlük sağlamaları, kolay kolay düşünülemez. (s:133)


Daha verimli olabilmek için elbette uykuda geçen saatler azaltılmalıdır. Az uyumakla birlikte az yemeyi ve az konuşmayı da öğrenmeliyiz. Ancak eğer kişi öğrenen ya da öğreten olamıyorsa, fitne üreten üçüncü kesimden olmasındansa, en zararsız eylem olan uykuya yönelmesi hoş karşılanabilir.

Okuma neden önemlidir?

Biz müslümanların okumayı yemek yemek, su içmek ve işe gitmek gibi günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirmemiz gerekir. Bize, Allah'ın adıyla okumamız buyrulmuştur. Günde beş vakit kıldığımız namazllar, bir yanıyla okuma emrinin yerine getirildiği zamanlar olarak yorumlanabilir. Yazma sözkonusu olduğunda rahmetli Fethi Gemuhluoğlu "Okuma emri var ama yazma emri yok" derdi. Gerçekten yazma zorunluğumuz yok ama hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde okuma zorunluğumuz var. Zaten sürekli öğrenen yada öğretenlerden biri olabilmek için, okumanın hayatın vazgeçilmez bir eylemi haline getirilmesi gerekir.(s:159)


(İz Yayıncılık, 1996, 168 sayfa)   



KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

'Bugün bütün dünyada tartışıldığı gibi önemli olan, işletmeleri özelleştirme değil insanileştirme, daha yerinde bir deyişle güzelleştirmedir. İster özel kesimde ister kamu kesiminde olsun işletmeler daha küçük ölçeklere indirilerek güzelleştirilmezlerse kaybeden sosyal demokratlar ya da liberaller değil tüm insanlık olur. Bütün dünyada işletmelerin özelleştirilmesinden dem vuruluyor da insanileştirilmesinden hiç söz edilmiyor. Sanki devlet işletmeleri özelleştirilirse, orada çalışanlar birden hakbilir ve çalışkan insanlar olacaklar.'

Elinizdeki kitap, yazarının zengin bilgi birikimi ve ifade gücüyle hem yaşadığımız hayatı daha iyi değerlendirebilmemiz için bir bakış açısı hem de edebî bir ziyafet sunuyor. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder