10 Mart 2011

Huzursuz Bacak - Mustafa Kutlu





Nuri’nin durduğu yere doğru yürüyorum. Yine mezar taşlarına bakıyor, bazılarını okuyorum. Mezar taşları sosyal tarihimizdir. Eski mezar taşları hal tercümesi, meslek, tarikat, tarih v.b. gibi pek çok alanda bilgi verir.
Böyle fikrederek giderken bir küçük taş ve üzerindeki bir satır yazı beni yerime mıhladı.
“Dünya bir gündür, o da bugündür – Çarşambalı Deli Remzi”.
Ne tarih, ne başka bir şey.
Bu mezarda yatan ya deli idi ya da veli. (s: 48-49)




…Marka giymenin hususi değil umumi bir şey olduğunu; marka ve imzanın iki ayrı zihniyeti temsil ettiğini söylesem. Zevki olanların terzisi oluğunu desem. Terziler birer sanatkârdır ve imzaları vardır değil mi? Oysa marka kolektif bir çabanın ürünüdür. Aslına bakarsan o da bir nevi konfeksiyon. Marka sahibi şirket, markalı pantolonu giyen erkeği veya marka parfüm sürünen kadını bütün dünyadan devşirdiği sürüsüne katıyor. Kovboyların sığırları damgalaması gibi. Marka hegemonik bir şey. İnsanlar makineye nasıl güle-oynaya teslim olmuş ise markaya da öyle tapıyor. Bu tam bir mistifikasyon. Marka giyerek sürüden ayrıldığını sanıyorsun. Farkı fark edin diyorsun. Heyhat! Bu aldanışın daniskası. Gerçekte sen de bu markanın bir neferi oluyorsun. (s: 98)





Edebiyat ne işe yarar? En azından bize bir ipucu vermeli değil midir; kimin ipine sarıldığımızı hissettirmeli değil midir? (s: 113)





(Dergâh Yayınları, 2010, 163 sayfa)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder