"Kendin için birşey yap" cümlesinin hayatiyet noktası, esasında "Bugün Allah için ne yaptın?" sorusuyla başlıyor. "Bugün Allah için ne yaptın?" sorusu; hayatını uhrevi referanslar eşliğinde sürdürmekte olan zihniyetin yerine geçen ve her gün kendisi için bir şeyler yaparak "ötekiler"in arasından sıyrılmaya çalışan BİREY için, uhrevi olanı hatırlatmak ve vicdan muhasebesinde kendisini aklamak için türetilmiş "modern bir soru" olma özelliği taşıyor. Bu soru, yaptığı her işi "Ameller niyetlere göredir" ilkesiyle belirlemiş olan geleneksel dünyanın referanslarından kopuşu ifade eden, söze dökülmüş bir milad. Çünkü modern-öncesi dünyada yaptığı her işi Allah rızası için yapmamış olmak günahtır. Halbuki "Bugün Allah için ne yaptın?" sorusu, gün boyu Allah için hiç olmazsa bir şey yapmış kişinin, kendisini dindar hissetmesini temin etmeye talip olmaktadır. (s:32)
Bir insanın yaşını göstermesiyle, yaşını hiç göstermemesi arasında ne tür kazançlar ya da kayıplar sözkonusudur? Ölüm meleği can seçerken yaşını gösterenler/göstermeyenler diye bir ayırım yapmıyor. Sırası gelenleri seçip götürüyor. Ama onun sıralaması ne doğum tarihlerine göre hazırlanıyor, ne beden yaşına, ne de psikolojik yaşa göre. Yine de yaşını göstermemek, olduğundan genç görünmek insanları, özellikle de kadınları mutlu etmeye yetebiliyor. "Yaşınızı hiç göstermiyorsunuz" iltifatı, anlam olarak çok akıllısınız, çok bilgilisiniz, çok kültürlüsünüz, çok naziksiniz, çok üretkensiniz, çok şefkâtlisiniz türünden hiçbir mânâyı barındırmayacak kadar yalın, tek kat bir cümle olduğu halde, muhatabının nezdinde hayat karşısında isteyip de elde edemediği bütün kazançları "sanki kazanmış gibi" hissetmesine yönelik, sanal bir madalya mânâsına geliyor. (s:65)
En çok yalan söyleyenler ve söyledikleri yalanın masumiyetine güvenenler, inanmamış bir edâda hastaya ne kadar iyi olduğunu söyleyenlerdir. "Bugün seni çok iyi gördüm. İyisin! İyisin!" Oysa hastalara en katlanılmaz gelen, etrafındakilerin ona hasta değilmiş gibi muamele yapmasıdır. Tolstoy, İvan İlyiç'in Ölümü'nde hastalığı ile başa çıkamayan İlyiç'in, karısının ve kızının sanki hiçbir şey olmamış gibi her gün sokağa çıkmalarından, ne kadar incinmiş olduğunu anlatır.
"Kendilerine ıstırap vermedikleri takdirde, bir insan, uzuvları olduğunu bilir mi hiç?"
Dünyayı bırakıp vücudunun uzuvlarıyla didişmek zorunda kalandır, sağlığını kaybetmiş olan. Uzuvları işi çığırından o kadar çok çıkarmıştır ki, bütün dünyada yalnız başı, yalnız midesi ya da yalnız ciğerleri varmış da; onlara karşı muzaffer olması gerekiyormuş gibi didinir durur. Bu didişme esnasında dış dünya gittikçe silikleşmekte ve uzaklaşmaktadır...(s:98)
(İz yayıncılık, 2003, 148 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Her şeyin birbirini tamamladığı bir dairenin içindeyiz.
Birbirini tamamlarken, hapseden aynı zamanda.
Beklerken bekleniriz.
Özlerken özleniriz. Ağlarken ağlatırız.
Bir uçtan bir uca sürer yolculuğumuz.
Sonra başladığımız yere geri döneriz. Hem hiç gitmemişçesinedir bu geri geliş, hem hiç dönmemişçesine!. Daire tamamlandıkça hanemiz dolar. Ama doğru ama yanlış.
Gâh davete icabet ederiz "okunulan" her sofraya oturdukça.
Gâh okuruz tek tek herkesi davete icabet etsin diye. Herkes okuyan/okunan, okunan/okuyan olarak iz sürer.
Eşitlendiğimiz pek çok payda var. Bu defa ortak payda okuyan ve okunan. Barbarosoğlu hepimizin adına cümleleri, klişeleri, şarkıları, okuyor. Hepimizin ağzına sakız olmuş cümlelerden zihnin haritasını çıkarmaya çalışıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder