Gerçekte İvan İlyiç'in yaptığı, pek zengin olmayan, ama zenginlere özenen (bu yüzden de birbirlerine çok benzeyen) insanların yaptıklarının aynısıydı: Yukarı kalkan perdeler, maun mobilyalar, koyu renk ışıl ışıl çiçekler, halılar, bronz heykelcikler...bilinen tür tüm insanların, bilinen öteki tür tüm insanlara benzemek için edindikleri her şey... (s:39-40)
Böğründeki ağrı iyice hırpalamaya başlamıştı onu. Giderek güçleniyordu sanki. Hiç dinmiyordu artık. Ağzındaki tat da giderek tuhaflaşıyordu. Ağzı iğrenç kokuyor gibi geliyordu ona. İştahı da, gücü de giderek azalıyordu. Kendini aldatması olanaksızdı artık: Yaşamı boyunca başına gelmiş önemli olayların tümünden önemli, korkunç,yeni bir şeyler oluyordu İvan İlyiç'in içinde. Yalnızca o biliyordu. Çevresindekilerden hiç kimse durumu anlamıyor, ya da anlamak istemiyor, dünyada her şey eskiden olduğu gibi sürüp gidiyor sanıyordu. İvan İlyiç'e en ağır gelen de buydu. Evdekilerin, özellikle (sık sık dışarı çıkan) karısıyla kızının bir şeyin farkında olmadıklarını, asık suratlı, huysuz olduğu için (bunun suçu onunmuş gibi) ona gücendiklerini görüyordu. Evdekiler bunu ondan gizlemeye çalışıyorlardıysa da, onlara ayakbağı olduğunun da, karısının hastalığına belirli bir tavırla yaklaşmaya başladığının da, onun yaptıklarına, söylediklerine aldırmadan, ondan bağımsız olarak, istediğini yaptığının da farkındaydı. (s: 51-52)
Ömrü boyunca, Kizevetera'nın mantığından öğrendiği "Kay bir insandır, insanlar ölümlüdür, öyleyse Kay da ölümlüdür," kıyaslamasının doğru olduğunu (yalnızca Kay için doğru olduğunu kendisi için asla) düşünmüştü. Kay bir insan, sıradan bir insandı, ölmesi de bu yüzden olağandı; ama o Kay değildi, sıradan bir insan da. Her zaman öteki insanlardan değişik, bambaşka bir yaratıktı İvan İlyiç. Vanya idi o, annesiyle, babasıyla, Mitya'sıyla, Volodya'sıyla, oyuncaklarıyla, arabacısıyla, dadısıyla, sonra Katya'cığıyla, tüm mutluluklarıyla, üzüntüleriyle, çocukluk yıllarının, gençlik yıllarının, olgunluk yıllarının tüm coşkularıyla Vanya idi... Vanya'nın öylesine çok sevdiği kösele topunun kokusu gibi bir kokuyu bilir miydi Kay? Hiç annesinin elini Vanya gibi öpmüş müydü? Annesi giysilerini öyle hışırdatarak hiç gelmiş miydi Kay'ın yanına? Hukuk okulunda börek için kazan kaldırmış mıydı? Onun gibi aşık olmuş muydu Kay? Onun gibi duruşma yönetebilir miydi? (s:61-62)
(İletişim Yayınları, 2012, 112 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Tolstoy’un, iyi bir hayat yaşadığını zanneden bir adamın, ölümün yaklaştığını anladıkçayavaş yavaş aslında yaşamamış olduğunu fark edişini büyük bir saflık ve şaşırtıcı bir samimiyetle anlattığı bu kısa ama büyük romanını, Ergin Altay’ın Rusça aslından yaptığı güçlü çeviriyle sunuyoruz.
“Başlardaki adı Bir Yargıcın Ölümü olan hikâyeye ilişkin fikir Tolstoy’un aklına, 1881’de Tula Mahkemesi’nde yargıçlık yapan İvan İlyiç Meşnikov’un öldüğünü duyduğunda gelmiş ve Tolstoy daha sonra Meşnikov’un kardeşinden olayın ayrıntılarını öğrenmişti. Kafasındaki asıl fikir, ölümle önce mücadele eden, sonra da kendisini ona bırakan bir adamın günlüğünü kaleme almaktı. Ama yavaş yavaş eğer üçüncü şahıs gözünden anlatılırsa, hikayenin trajik boyutunun derinlik kazanacağını gördü. Ve günlük, bir romana dönüştü.”
Henri Troyat, Tolstoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder