Selimiye Cami, arsa bulunamadığı için değil, o siluette yer bulunamadığı için Edirne'ye yapılmıştı.
Süleymaniye Camii'nin Haliç'e bakan iki minaresi, malzeme bittiği için değil, işte bu yüzden diğerlerinden kısadır. (s: 18)
İstanbul'un siluetinde yer bulamadıkları için Selimiye Cami'ini Edirne'ye yapanların torunları, yüksek yüksek tepelere camiler kondurarak veya kondurmayarak, teselli arıyorlar.
Her gün yüz binlerce insan Boğaz Köprüsü'nden geçerken tarihi yarımadaya bakıyor, fakat o büyük rezaleti göremiyor, o gökdelenin orada ne aradığını soramıyor olabilir mi?
Olabilir.
Çünkü insan gözleriyle bakar, kavramlarla görür.
Çamlıca tepesindeki camiinin örtemeyeceği soruyu sorarak bitirelim: Süleymaniye Camii'nin arkasındaki gökdeleni görmemek için, daha ne kadar alçalmamız gerekiyor? (s:66-67)
Müslüman dünya görüşüyle ve görgüsüyle yetişmiş insanlar, o edepten zekice, sanatkarane birçok yenilik üretmişlerdi. Son yıllara kadar, Kur'an-ı Kerim'lerin arkasına "fiyat" yazmayacak kadar ince düşünceliydiler. Dünyada hiçbir şey onun bedeli olamaz diye düşündükleri için, Kur'an-ı Kerim'lerin "fiyatı" olamazdı. Zarif insanlar oldukları için, buna güzel bir çözüm bulmuşlardı. Kur'an-ı Kerim'lerin arkasına "fiyatı" değil, "hediyesi" şu kadar lira yazarlardı. Bu bir görgü, dünya görüşü meselesiydi. Dünya görüşü sahibi olabilmek için, görmek gerekliydi. (s: 35)
Hayatı boyunca gurbetin talebesi olan, ilmini ondan tahsil eden rahmetli Neşet Ertaş'ın vefatından sonra ortaya çıkan uzman sürüsü, lafızdan manaya geçebildi mi?
"Gönül" kelimesinin telaffuzu üzerine uzun uzun konuşurlarken, Neşet Ertaş'ın dilinden düşmeyen "seher vakti"nin anlamına varamadılar. O menzile varamayınca, o bilgi de nazil olamıyor.
Seher vaktinin hangi vakit olduğunu bilmedikleri için olsa gerek, o vakitte yarin kapısını çalmak, ne hikmetse, kimseye tuhaf gelmiyor.
Seher vakti Kur'an-ı Kerim okumadıysam, bunları nasıl hakkıyla anlayabilirim: "Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerlerdi",(onlar) "seher vakitlerinde istiğfar edip yalvaranlardır." (s:83)
Yolda bulduğu cüzdanın sahibini aramak, bunun için elinden geleni yapmak, ahlak sahibi olmanın alameti farikası olarak görülürken, kendimizi içinde bulduğumuz bedenin sahibini aramak çabası, gereksiz mistik bir uğraşı olarak görülür. (s:94)
Görücü usulüne karşıdırlar, ama Türkiye'nin Batı'yla evliliğinin "görücü usulü" olduğunu söyleyemez, buna karşı çıkamazlar. Büyüklerimiz bizim adımıza, gitmiş, görmüş, beğenmiş ve -bizim adımıza- karar vermişlerdir. Doğudaki davulculara kaçmayalım diye... (s: 127)
(Profil Kitap, 2013,210 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Hamal ve ihtimal kelimeleri akrabadır. Entelektüel, ihtimallerin hamalıdır. Her ihtimali düşünmek zorundadır.
Popüler şarkılardan sıkılan entelektüeller, nedense, popüler sorulardan ve cevaplardan sıkılmıyorlar. Eğer her ihtimali düşünselerdi, hakikat muamelesi yaptıkları popüler cevaplardan kuşkuya düşer, egemenlerin kültürüne evrensel kültür demeye son verirlerdi...
Eğer çevreciler gerçekten bilinçli olsaydı, merkeze "çevre" demekten vazgeçerlerdi...
İnsanoğlunun ırkçılık yüzünden ödediği ağır bedellerden sonra çareyi "dünya vatandaşı" olmakta bulanlar, iddialarının aksine dünyalarının Avrupa'dan ibaret olduğunu, geride kalan her vatanın ve kültürün teferruat olduğunu görürlerdi...
Yolu ve yöntemi hesaba katmadan düşünmek, kulağa hoş gerisi boş kıyaslamalarda bulunmak, böylesi popüler kavramlar üretmek, entelektüel yolsuzluktur.
Türkiye'de yıllardır sadece bankaların değil, kavramlarımızın, kitaplarımızın, belgelerimizin ve hatıralarımızın içi de usulsüz işlemlerle boşaltılmıştır.
Bu entelektüel yolsuzluğun eski adı, usul/yöntem sahibi olmadan, bilgi sahibi olmaktır. Yöntemsiz düşünmek, yolda olmamaktır.
***
Entelektüellerin Hurafeleri; yolda olanların, yolunu şaşıranların, yerinde sayanların, ileri-geri konuşanların ve susanların - yolculuk boyunca - elden düşüremeyeceği bir kitap...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder