...bizler, bugünün çocukları olarak, zihnimizin terütaze, dimağımızın saf, fikrimizin tertemiz olması gereken bebeklik ve çocukluk dönemlerinde önce televizyona, ardından sokağa ve 'milli eğitim'e emanet edildik. Ve şimdi de, kendi çocuklarımızı onlara emanet etmekteyiz.
Oysa, ne televizyon kâinatın Halikından bahsediyor, ne sokakta bunlar konuşuluyor, ne de okul müfredatı bunu öngörüyor. Bilakis, daha birinci sınıftan itibaren, sonuçları sebeplerin yaptığını; baharı Tabiat Ananın getirdiğini, gemileri suyun kaldırma kuvvetinin yüzdürdüğünü, yağmuru bulutun yağdırdığını öğreniyoruz. Ve adı üstünde, 'milli eğitim' görüyoruz. Bizi bir Rabb-ı Rahîm'in kulu olarak değil, 'Türk ulusunun üyesi' ve 'Türklerin olan bir ulus-devletin vatandaşı' olarak yetiştiren... (s:34-35)
...O iktisad ki, 'ihtiyaç' tanımımızı gözden geçirmeyi gerektirir. Ve bu gözden geçirme, medeniyetin bize kaçınılmaz diye yutturduğu birçok şeyin sözde 'ihtiyaç', gerçekte israf olduğunu gösterir... (s:51)
Fakirlerin, şöhretsizlerin unutulduğu; zenginlerin, ehl-i makamın ve ehl-i şöhretin hatırlandığı iftar sofraları, ne yalan söyleyeyim, yüreğimi yandırıyor. Hanımların çeşit çeşit yemek yapmaktan, erkeklerin davetlere koşmaktan 'Kur'ân ayı'nda Kur'ân okuyacak zaman bulamıyor olmaları da. İftar anına saniyeler kaldığı halde devam eden reklamlar da. Ve ne yazık ki, öğün sayısının azaldığı Ramazan'ın maddeten dahi ucuzluk ve bereket sebebi olması gerekir iken; bu ayda , 'tüketim fazlalaştığı' için her yıl fiyatların tavana fırlaması da. (s:71)
Beni, esasen, kalblerimizdeki sınırlar ilgilendiriyor.
Biz bir ümmetin fertleriyiz. Ne olur, kalblerimizi coğrafya mahkumu olmaktan kurtaralım. Kalblerimizi, 'na'büdü'deki 'Biz' sırrına açalım. (S:123)
Modern dünyanın lâdini zihniyeti dimağlara öylesine kök atmış ki, gündelik hitapların dahi şekli ve muhtevası değişmiş bulunuyor. Dün 'Allah'a emanet' edilenlerden, bugün 'kendine iyi bak'ması isteniyor. Dün 'teşekkür' nimetin Asıl Sahibine 'şükr'ün bir önsözü iken, şimdi yalnızca 'teşekkür etmek'le yetiniliyor. Görülen güzelliğin varoluşunu Rabb'ine dayandırılan gibi imanî bir talim yüklü "Maşâallah"ın yerinde, artık mâlûmu ilam eden kuru ve ruhsuz "Ne güzel!"ler esiyor. Artık birçok şey "İnşaallah" değil, "Tabii" yapılıyor. (s:180)
(Nesil Yayınları, 2008, 192 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Yeryüzünün sustuğu, gökyüzünün konuştuğu vakitlerdir geceler.
Dünya siyah yorganını bürünür; ve gökyüzü ayı, yıldızları ve de yıldız kaymaları ile, insanoğlunu eşsiz bir şehrayinle karşı karşıya getirir.
Gecenin bu derunî boyutu, Resûl-i Ekremin hayatında kendisini açıkça hissettirir. Ona gelen ilk namaz emri, gece namazına dairdi. Gece ibadetlerine, hususan geceleri yaşadığı enfüsî ve âfâkî tefekküre dair birçok sahih rivayet mevcut.
Mirac bir gece vakti vuku buldu. Bu eşsiz yolculuk bir gece yürüyüşüyle başladı ve Sidretül-Müntehaya, oradan Kâb-ı Kavseyne kadar devam etti.
Peki biz muazzam bir âyet olan geceyi okuyabiliyor muyuz?
"Yalancı bir gündüz"e dönüşen gecelerde, şehrin ışıkları gecelerimizi karartırken aydınlık gökyüzündeki o âyetleri tefekkür edebiliyor muyuz?
Vahiy nurunun alabildiğine perdelendiği bir ortamda gecenin nurlu yüzünü görmek için ne yapmalı?
Tabiat ve felsefe gecesinden bir çıkış yolu bulabilmek için ucu sabaha çıkan bir yürüyüş gerek.
Ubudiyet miracına giden bir yola başlayabilmek için, önümüzde duran engelleri aşabilmek için....
Gece Yürüyüşü, adını Resûl-i Ekremin miracının başlangıç kısmından almakla birlikte, esasen böyle bir gece yürüyüşünün notlarını taşıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder