Babam gayet dindardı. Benim de hayatta esas desteğim, imanım ve itikadımdır. İnsan garip bir mahlûktur. Ona yaşama arzusunu ve ebedi saadeti veren itikadıdır. Yoksa, maddi kuvvet değildir...Kanaatim odur ki, dünyada şan, şeref, servet ve ihtişam, hepsi hayat için derin bir boşluktan, hatta fazla bir yorgunluktan ibarettir. Çünkü, ne sarayda ihtişamla geçirdiğim günler ne de Selanik'te babamla birlikte büyük ihtiyaçlar içinde bulunduğum zamanlar, üzerimde büyük bir tesir yapmadı.(s:10)
Senede bir defa, Ramazan ayında, hanedanın "Hırka-i Saadet"i ziyaret günü vardı. Peygamber Efendimizin şahsî eşyalarını ihtiva eden mukaddes emanetler, Topkapı Sarayında hususî dairede, büyük bir ihtimamla, muhafaza edilirdi.(s:26)
Hırka-i Saadet ziyaretinin gönüllerimize doldurduğu mânevî saadetin, ruhî sevincin, bizleri nasıl birbirimize sevgi ve muhabbetle kaynaştırdığını, o zaman hep düşünürdüm. Hayatta, itikadıma ve mübarek dinime imanım, bu kaynaktan en büyük gıdasını almıştır.(s:28)
Babam içki içmez, içenleri hoş görmezdi. Saraya sokulmasını da yasak etmişti.
...Çok az uydurdu. Şafaktan önce kalkardı, beş vakit namazını kılar, daima Kur'an-ı Kerim ve Buhari-i Şerifi okurdu. Dindar, Allah'ına bağlı, büyük bir Müslüman idi. Abdestsiz yere basmazdı. Çok çalışkandı. (s:31-32)
Bir gün nöbetçilerin kaldırıldığını, saray muhafızlarının vazifelerine son verilerek izinli gönderildiklerini, yahut başka garnizonlara nakledildiklerini duyduk. Sarayda bir ağır hava vardı. Herkes bir şeyler biliyor, fakat bildiğini açıklamaya cesaret edemiyordu. Babamın saltanatına karşı bir aksülâmel vukua geldiğini, "Meşrutiyet" adı altında yeni bir idarenin uygulanacağını ve babamın hükümdarlık selâhiyetlerini "Meclis-i Meb'usan" ismini taşıyan bir parlamentoya devretmeye icbar edildiğini, o zaman ki siyasî anlayışımın müsaadesi nispetinde öğrenmiştim. (s:47)
Babama isnat olunan 31 Mart vak'ası zuhur ettiği vakit, ben onyedi yaşında idim. Babamın hâdiseden hiç haberi yoktu. Duyduğu vakit çok müteessir olmuştu.(s:48)
Sarayımızın hazinelerinin, yaldızlı salonlarının, konforlu yataklarının, ayaklarımıza kapanan Cevat Bey gibi mürâi memurlarımızın ne kadar kıymetsiz ve boş şeyler olduğunu; bu ot minderler üzerinde haşerelerle birlikte uyumaya, yıkadığım elbiselerin kurumasını, soyunmuş bir halde beklemeye çalıştığım o anlar bana öğretmişti. (s:61)
Pek tarihleri hatırımda kalmadı. Zannedersem zevcimin vefatından bir buçuk yıl sonra Cumhuriyet ilan olundu. Bir hafta içinde memleket dışına çıkmamız tebliğ edildi. Daha kalbimin yarası kapanmadan vatanımdan, sevgili ölülerimin mezarlarından, uzak bir yerde yaşamaya mecbur edilmiştim.(s:87)
(LM Yayınları, 2007, 160 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Ben, babamı, hiçbir zaman padişah olduğu için sevmedim. Hayatımın baharında, kalbimin bütün mevcudiyeti ile ve derin bir aşkla babamı sevdim. O sevgidir ki, işte bana bunları yazmak hissini veriyor. "
Şadiye Osmanoğlu
Tanzimattan II.Meşrutiyet'e, İmparatorluğun en çalkantılı yıllarında tahtta bir padişah; II.Abdülhamid... İftiralar, yalanlar ve bir padişahı tahttan indiren olaylar... Ardından başlayan acı, gözyaşı ve hasretle dolu sürgün yılları ... Osmanlı'nın tarihine babası Abdülhamid'in yanında bizzat tanıklık eden, merak edilen yılları ve padişahı anılarına taşıyan bir sultanın; Şadiye Sultanın hatıratından...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder