28 Eylül 2014

Şehrim Aşk / Leyla İpekçi



Kâbe'ye bakmaya devam ediyorum...
Yavaş yavaş anlamaya başlıyorum onu seyrederken; öteki diye bir şey yok. Gece gündüzden ayrı değil, şer hayırdan ayrı değil, sen ben'den ayrı değil, şer hayırdan ayrı değil... Ayrılık yok. Birlik var yalnızca. Biz durduğumuz yerden her şeydeki ayrılığı görüyoruz. Bazılarımız, kâmil insanlar, yalnızca bu birliği görüyorlar. Kâbe'de sembolleşen... Başkaları; benim bakışlarımla oluşturduğum bir yanılsama. Varolduğunu sandığım her şey, benim zannıma göre biçimlenen birer geçici suret. Bütün bu dönen insanlar birer hayal olmaya başlıyor giderek. Ben de öyleyim. Ötekinin gölgesi benim üzerime düşüyor her adımımda. Öteki de benim... Hepimiz bir vehimiz... Birlik var yalnızca; O var! (s:31)


Yönsüzlüğe dönüyoruz. Yanacak ateşini arayan pervaneleriz hepimiz. Her dönüşte kozamızı yapıyoruz usul usul. Ne sınıf, mezhep, ırk, ne cinsiyet, makam kalıyor geriye. 'Özgür düşünce' diye sağa sola yetişme hakkını kendinde bulan modern dünya insanına asli özgürlüğün Rabbine teslim olma yolunda başladığını anlatmanın dili olsaydı keşke... Her istediğini yaptığında değil, her istediğini yapmadığında başlıyor çünkü ruh özgürlüğün. Nefsine istediğini vermediğinde başlıyor.(s:39)

Fark edilmek değil, fark etmek insan olmanın ön şartı. Kâbe'yi tavaf etmenin tıpkı çekirdeğin etrafında dönen atomlar gibi, yörüngesinde dönen gezegenler gibi, gökadalar gibi, varlığın birliğine doğru sonsuz bir yolculuk, bitimsiz bir kucaklaşma, kesintisiz bir şuur hali olduğunu hissediyorum. İnsanlığın kendi hakikatiyle buluşması; açık uçlu dairelerle çizilen sonsuzlukta devam edişi! (s:39-40)

Büyük bir acziyet içindeyim. O istemese, O vermese, O bahşetmese... Harf mi var, söz mü, dil mi var... İdrak mi var... Aczimin sınırsızlığını hissediyorum. Neye muktedir olabiliriz ki O'nsuz! Kim olabiliriz ki O'nsuz! Dua dökülüyor derinliklerimden: "Allah'ım, ey herşeyi veren! Ey rızkın kaynağı! Bana öyle kelimeler ver ki ardında aşkımın ruhu olsun. Bugüne dek duymadığım terkipleri, biraraya getirmediğim birleşimleri, hiç kullanmadığım kelimeleri yazdır ya Rabbi! Öyle bir tecelli etsin ki nurun; soğukta açıkta karanlıkta kimse kalmasın. Âşıklar raks etsin neşeyle. Sevgili'nden haberdar olsun en uzak kavimler. Taştan daha katı kalpler yumuşasın. Sadık rüyalarda kavuşsun sevenler. Bana bir dil ver; buluşturanların en sahicisi olsun. Kavuşamayan ne varsa, her zerre...ahengiyle otursun yerli yerine. Konuşmak Sana mahsus Allah'ım. Bana henüz dudaklarımın aralamadığı güzel sözcükler ver. Sustuğum dillerin sesini bana işittir. Senin kalemin olayım. Öyle bir inip kalksın ki kalemim, içinde hiçbir sözü eksik bırakmadığın Kitab'ın işitilsin. Âmin." (s:55-56)

Benliğin dikenleri ve her türlü şahsi izler araya girdikçe Rabbimizden uzaklaşıyoruz. Bizzat nefsimiz engel oluyor hakikatin nuruyla ışıldamamıza. Modern hayatta bize hep "Aman içinde kalmasın, tepkini ver, rahatla" diye telkinde bulunur doktorlar, büyükler. Halbuki insanın şahsi sıkıntılarının açığa vurmakla geçeceğini beklemesi çok anlamsız.
Aksine, insan içinde tutması gerekenleri anlattıkça, anlattığı şeye bürünüyor, anlattıkları resmiyet ve meşruiyet kazanıyor. Birer varlık ve sıfat kazanıyor ağzından çıkardıkları. Kimse kusurlarının yüzüne vurulmasını hoş karşılamıyor zaten. Yüzüne karşı suçlayıcı bir tavırla "aman içimde kalmasın" diye söz söylemek, nefsinin rızasına uymanın bir tezahürü. Birbirimize her şeyi söylemeliyiz, hiçbir şeyi içimizde tutmamalıyız diye durmaksızın tartışmaktan, birbirimizi olur olmaz kınamaktan, nefsimizin tuzaklarında boğulmaktan bir türlü vazgeçemiyoruz. (s:104)

Mescid-i Aksa'ya 'günahlardan temizlenme yeri' anlamında Beytü'l-Makdis adı verilmiş olması da mânâlı gelecek bana. Zira Kudüs ne kadar Kuddus ismiyle müsemma ise, bu mescit de öyle olmalı. Bunu insan hemen hissediyor. İçerisi olağanüstü bir mekân...Aşk mescitlerinin tarife ihtiyacı yoktur. Herkesin kalbinde kendi tanımıyla mevcut olarak kalmalı...
Namaz kılarken, İslam'ın üç kutsal mabedinde aynı anda ibadet ettiğim hissi uyanacak bende. Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Haram'dan sonra burada olmak, bütüncül hale getirecek kalbimin derinindekileri. Mekke ve Medine'de umre veya hac yaparken ümmetin içindeki farklılıklarla, İslam'ın yaşanılmasındaki kültürel çeşitliliklerle büyüleniyor insan. Kudüs'te ise semavi inanışın tüm temsilleriyle bir arada, imanın nurunu yeniden keşfetmeye başlıyor. (s:244-245)

(Timaş Yayınları, 2013, 256 sayfa)

benekli

KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:


Leyla İpekçi dört şehir üzerinden katmanlı bir hakikat yolculuğu tasvir ediyor yeni romanı Şehrim Aşk’ta.
Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul.
En Sevgili’nin huzurunda olmak, nefsin perdelerinden sıyrılmak, varlığı başka türlü bir görme biçimiyle seyretmek ve her şeyden her şeye, kendinden kendine uzanan bir akış…

Sana geldim bu en uzun yolculukta
Milimetrelerle yaşamaktan bıkkın
Düşeceği toprağı özleyen bir yaprak gibi
Geldim parmak uçlarımda kıvılcımlarla sana
Tamamlansın diye güzelliğim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder