02 Eylül 2014
Sıradışı Bir Ödül Töreni/ Mustafa Kutlu
Zeytincilerin işi margarin çıkıp yaygınlaşınca bozuldu. Zaten Anadolu içlerinde zeytinyağını pek bilmezler. Onlar tereyağı kullanır. Ama ne dedik: Keser döner sap döner. İletişim arttı, okumuşun sayısı fazlalaştı, hangi yağın kıymetli olduğu neden sonra farkedildi. İşte o zaman zeytinciler yeniden işe sarıldılar.
Lakin geç kalmışlardı.
Fukaralık yıllarında iş için, geçim için köyler göç verip boşalmış, bazı ailelerin çocukları memur olup toprağı da, zeytini de terk etmişti. Sonra zeytincilik zordur yani. Yahu kolay iş var mı? Alnın terleyecek ki, karnın doysun. Sonra sonra nüfus arttı, yeni zeytin alanları açıldı. Zeytin mübarek bir ağaçtır. Gerçi her mevsim aynı ürünü alamazsın ama ömürlüktür. Yüz yıllık, üç yüz yıllık zeytin ağaçları vardır. Bakarsan torununun torununu besler.
Bu yüzden eski zeytin ağalarının yaptırdıkları fenni fabrikalar hurdaya çıktı. Çoğu ambar veya ahır olarak yıllarca kullanıldı. Aletler paslandı, bazıları uyanık hurdacılar tarafından yağmalandı. Şimdilerde yeni fabrika yapmak fermana mahsus. Aletler pahalı, üretim zor. Yağı çıkarsan bile rekabet var. Marka olamaz isen yandı gülüm keten helva. Marka sahipleri ürününü yok fiyatına alırlar.
Yine de zeytincilerin durumu iyi. Dedik ya dağ taş zeytin. O zaten bağ gibi değildir. Bir kez dik, bakımını yap, yerini sevsin yüz yıl seni besler. Bağ naziktir soğuktan, sıcaktan, susuzluktan etkilenir. Her mevsim bir çocuğu büyütür gibi kütükler üzerinde çalışacaksın. Bunun ilacı var, gübresi var vesaire, vesaire. (s:16-17)
Ankara'nın ünlü terzileri, modaevleri olgunlaşma ile anlaşır, bazı kabiliyetli talebeyi istihdam ederdi. Nezaket hemen girişimciliği, kabiliyeti ile dikkati çekerek bu terzilerden birkaçına birden çalışmaya başladı. Hem para kazanıyor, hem mesleğinde pişiyor, hem modayı hem modaya göre giyinmek isteyen zengin kadınları tanıyordu. Bunlarda doymak bilmeyen bir iştiha vardı. Bir kere giydiklerini bir daha giymek istemezlerdi.En korktukları şey, ister Ankara'da dikilmiş olsun, ister Paris'ten alınmış; kendi elbiselerinin aynısını bir başkasının üzerinde görmek idi.
Ahı gitmiş, vahı kalmış koca kadınlar giydikleri elbisenin parıltısı ile dikkat çekip ilgi topladıklarında o kadar mesut oluyorlardı ki, anlatmaya dil yetmez. (s:62)
(Dergah Yayınları, 2013, 153 sayfa)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder