"Yenisini alırız" telkiniyle büyütülmüş ve herşeyin bir 'muadili'nin, bir 'aynısı'nın, bir 'yenisi'nin mevcut olduğuna inandırılmış çocukların büyüdüklerinde yapıp ettiklerini de görüyorum zira.
Dün bozulan oyuncağın 'tamiri'ne değil 'yenisi'ne yönlendirilmiş çocuklar, bugün bozulan dostlukların 'tamiri'ne değil, 'yenisi'ne yöneliyorlar çünkü.
Filan arkadaşınla aran mı bozuldu? Üzülme canım, yenisini alırsın.
Evliliğinde işler ters mi gidiyor, boşanıver canım; yenisini bulursun.
Ne dersiniz; çocukların oyuncaklarının tamiri mümkün olabilse, en azından büyüklerin oyuncaklarını 'tamir' için çaba sarfettiklerini görebilseler, dostluklar, arkadaşlıklar, kardeşlikler, evlilikler, ortaklıklar bu kadar kolay yıkılmayacak belki. (s: 46-47)
Kendi namıma, elimden gelse, gazetelerde tek bir intihar haberi çıksın istemem. Elimden gelse, başka pek çok haberin de çıkmasını istemem zaten. "Kötü emsal olmaz" denir ama, durum hiç de söylendiği gibi değildir çünkü. Rahmeten li'l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın gizli bir günahını kendi ağzıyla açıklayan kişiler hakkındaki hadisinin de ihsas ettiği üzere, kötü ifşa olunmamalıdır. Tâ ki, işlenen bu kötülük emsal teşkil edip zihinlere ve hayatlara yer etmesin, normalleşmesin. Meselâ gazetelerde intiharın haberi olmamalıdır ki, kimse intihara özenmesin, özenmeye kalkan da gazetelere çıkmayı umup daha bir gayrete gelmesin. (s: 99)
Vitrinler, yüzler, kızartılmış piliçler, sıcak çikolatalar, patlamış mısırlar, filancanın üstündeki kıyafet, feşmekanın saç kesimindeki acaiplik, falanca filmin başlama saati, X mağazasındaki ucuzluk.. derken, meydanlarda insan kendi gerçeğini unutur. Ne faniliği aklına gelir; ne bir mikroba bile söz geçiremeyecek kadar zayıf ve âciz olduğu halde sonsuz istekler ve de sonsuzluk arzusuyla donatılmış olduğu paradoksu. Üstündeki elbiseyle edindiği 'etkileyicilik'in sahteliği de, on yıl sonra buruşacak bir yüzün Sâniine değil, sahibine tutulmanın şaşkınlığı da gelmez akla. (s:194)
( Nesil Yayınları, 2011, 214 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Uzmanlıklar çağında yaşıyoruz. İvan İllich'in deyimiyle, 'kabiliyetsizleştirici uzmanlıklar çağı'nda hem de... Her konuyu 'uzman'lara bırakırken, fıtratın sesi de, vahyin sesi de duyulamıyor kulaklarımızda. Bunca gürültü arasında, kendi iç sesimizi dahi duyamaz haldeyiz.
Oyuncak Tamirhanesi, bu duruma karşı, yürekli bir isyanın ifadesi. Özelde psikolojizmin insana dair tahakkümüne meydan okuyan yazar, şu gerçeği seslendiriyor: İnsanı tanımak, bir 'uzmanlık' konusu değildir. Kendi iç sesine ve vahyin sesine beraberce kulak veren bir kişi hayatın anlamı, aile, çocuk, insan-insan ilişkileri konusundaki temel doğruları pekâlâ kavrayabilir!
"İyi şeyler bizden; kötü şeyler ortamdan, ebeveynden, kaderden. İyileri bizzat biz yaptık, kötüleri annemiz babamız yüzünden yaptık,' öyle mi? 'İyi insan' olmanın yolu 'ideal şartlar'dan ve 'mükemmel ortamlar'dan geçmiyor oysa. Bizi bu kişiliğe anne-babalarımız mahkûm etmiş de değil.
Denklemi şöyle kurmak gerekiyor: Anne-babalarımızın bize nasıl davrandığı, anne-babalarımızın imtihanıdır. O davranışları nasıl içselleştirdiğimiz, nasıl yorumlayıp şekillendirdiğimiz ise, bizim imtihanımız...
Yoksa, irade denilen şey insana niye verilmiş olsun?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder