BEN, KUDÜS VE ÖLÜ DENİZ
Ölü bir Deniz'in üzerinden baktım ey şehir sana.
Pasaportumda boş yer kalmadı ey şehir. Mevlânâ'nın bir Şems kaybettiği Şam sokaklarından geçtim. Ölümünde bile mağrur Selâhaddîn'in, kılıcının gölgesinde uyuyan Halid Bin Velîd'in, Muhyiddin İbn Arabî'nin, sırrını tutamayan sır kâtibinin ihanetine uğramış Son Padişah'ın türbelerinden geçerek çıktığım yolculuğun sonunda sana geldim.
Helâk olmuş kavimlerin yollarından geçerek geldim. Yitik şehirlerde konakladım ikindi ile akşam arası. O şehirler ki isimleri muammalı, cisimlerinin yarısı var yarısı yoklardı.
Yarısı secdede yarısı kamette. Yarısı gaflette yarısı kıyamette, pembe "Kum gibi" ikamette.
Hiç beklemedikleri bir anda, yani kendilerinden en emin oldukları zamanda isabet eden şiddetli çığlık, "Sayhâten vâhideten". Her yanda. Olsa da. Ben öyle sessizdim ki, eteklerimi topladığım sütunlar arasında karanlığa karışsam kimselerin ruhu duymayacaktı.
Seni uzaktan görmekle yakından görmek arasında fark var ey şehir.
Senin yüzün gölgede, ben haddinden fazla güneşteyim. Aramızda Ölü Deniz. Ey şehir saklama yüzünü benden. Bundan böyle bütün denizler eşit seviyede. Cehennemle cennet burada yer değiştirirken. Elini sok koynuna, ihtimal beyaz çıkar.
Burası Lût Gölü karşısı Mesra. İkisi. Nasıl da kıyı kıyıya.
Ama ben Ölü Deniz'in bu kıyısındayım. Taş, su ve kum dolu çantam. Giderek ağırlaştı. Sırtım ağrıdı. Etimle tırnağımın arası burada açıldı.
Uyarılara kulak asmadan suya doğru iki adım attım. Hiçbir canlının yaşamadığı suda ıslattığım ayaklarım parçalandı. O kadar özenle kendimi sakınırken, içtim Ölü Deniz suyundan, dişlerim kanadı.
Su-sa-dım.
Denize bir taş attım. "Tuz istiyorum" diye ses verdi. Kendi şifresiyle vuruldu bir kavim.
Bir baksam, onca çığlık, taşlaşmış onca beden. Denizin üzerine sinmiş ebediyette yerli yerinde duruyor. Ölü bir kavim bileklerimden yakalamış, bırakmıyor. Su burada hayat değil ölüm saçıyor.
Âsâmı daldırdım Ölü Deniz'e, tuzla kaplandı anında. Ben, biraz daha kalsam taş olacaktım. Fazla kalmamaya niyet etmişken, Ölü Deniz'in içinde açtım gözlerimi. Kör olacaktım.
Dinle bak. Ölü bir şehrin yerinde uzanırken Ölü Deniz. Belâ, Ölü Deniz'in üzerinden dalga dalga geçiyor. Dalgalar tek heceli, Lût zikrediyor.
İsm-i kahhâr.
...
(s: 107-108-109)
(Timaş Yayınları, 2011, 280 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Yâ Nakkaş! Biraz gez, dünyanın hiç kimsenin olmadığını anlarsın. Nereye kök salsan bir başkalık bir yabancılık taşıdığını. Nereye adım atsan sona kaldığını. O zaman anlarsın Âdemden bu yana bu yerli olmadığını. O ilk adımın hatırası yerli yerinde bu kadar taze dururken neyi neresinden kurcalasan arkasından bir iğretilik bir sonradanlık çıkacağını. Mülkün Gerçek Sahibi bu kadar zahirken, toprak üzerinde kimsenin kimseye öncelik hakkı bulunmadığını, sadece bazılarının biraz erken geldiğini bazılarınınsa biraz geç kaldığını.
Çok güzellllll!
YanıtlaSil