Bazı kimseler, “Allah” diyemiyor, “doğa” diyor, “tabiat” diyor. İlmi olan bilir ki doğayı yaratan, yöneten Allah’tır. Aslında, en fazla dindar olması gerekenler biyologlardır. İnkârcıların çok inandıkları Darwin, “Göz nasıl görür, bunu düşündükçe çıldırıyorum.” demiştir. Yani, Allah etten göz yaratmış, görüyor, Allah etten kulak yaratmış, işitiyor. Allah etten dil yaratmış, tat alıyor. İşte pek çok ilim adamının hayret ettiği, çözemediği nokta budur. Etten organlar nasıl olur da farklı farklı bu işleri yapabilir? Beyin de etten yaratılmıştır. Nasıl oluyor da bu beyin sonsuz problemler çözebiliyor? (s: 19)
Fatır suresinin 28. Ayetinde Allah’tan en çok korkanların âlimler olduğu ifade ediliyor. En çok bilenler, en çok korkuyor. Çünkü tıpla meşgul olan birisi, kat’i olarak anlar ki, kendi kendine oluş yoktur. İnsan vücudundaki harika haller, Allah’ın işidir. Ders kitaplarının bütünü Allah’ın sıfatlarını anlatır. Lise ders kitaplarında ne kadar kanun, formül varsa bunların hepsi Allah’ın koyduğu kanunlardır. İnsanlar bunu sadece keşfetmiştir. (s: 26)
1967’de İstanbul Ümraniye’de Minyeli Abdullah’ı yazmaya karar verdiğimde kağıt alacak param yoktu. Kalktım, Ümraniye’nin belediye çöplüğüne gittim. Belediye makbuzlarının bir yüzüne yazı yazılmış, arka tarafları boştu. O makbuzlardan aldım ve romanımı yazmaya başladım. Yani Minyeli Abdullah kitabı çöplükten toplanan kâğıtlara yazıldı. Elimle yazdığım yazıları daktiloya verdim. Daktiloyla yazılanları da matbaaya verdim, dizildi. (s: 50)
Kitap okuyan kimse de bir manada istişare ediyor demektir. Her kitapta birçok kimsenin beyni vardır. Oradaki bilgiler, okuyanın beynini geliştirir, ufkunu genişletir. (s: 104)
Şöyle bir kıssa anlatılır. Adamın biri ayakkabıcıya gitmiş. Demiş ki: Öyle bir ayakkabı yap ki, üç sene giyineyim.” Azrail de ordaymış, gülmüş. “Adamın üç ay ömrü yok, üç senelik ayakkabı istiyor.” Tul-i emelle insan durmadan geleceğe koşar. “Tahsilimi tamamlayayım, evleneyim, ev alayım, arsa alayım…” Sonra çocuklar devreye girer. Evin konforu bitmez. İhtiyaç olmayan şeyler de ihtiyaç zannedilir. İnsan bunları temin etmek için bir ömür çırpınır durur. Bir gün aniden karşısına bir mezar taşı çıkar. Hayatın nasıl geçtiğini anlayamaz. (s: 152)
Mevlana, Mesnevi’sinde şöyle bir hikâye anlatır. Adamın biri namaza durur. Bir köpek de gelip yakınlardaki duvarın dibinde kağıtlarla vs. oynar. Adam zanneder ki etrafında insanlar var. Namazını çok dikkatli kılmaya başlar, ağır ağır teşbihini çeker. Sonra insanların takdirini almak için etrafına bir bakar ki, köpekler çöplük gibi olan yerde oynaşıyor. Mevl3ana diyor ki: “Ey adam! Köpekler için ibadetine dikkat ederken, Allah için niye dikkat etmiyorsun?” (s: 191)
(Timaş Yayınları, 2011, 224 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Ömrünü inandığı gibi yaşamaya ve inandığını anlatmaya adayan Hekimoğlu İsmail yıllar boyunca bilgi ve hikmet heybesinde biriktirdiklerini okurlarıyla paylaşmaya, ufkunuza geniş yollar açmaya devam ediyor.
Ona göre 'Kalbin ayağıyla yürümek, ruh âleminde gönlümüzle dolaşmaktır.'
Hayat varlıktan yokluğa akıp giderken, insan bedeni seyrin dışında bir de deruni seyir yapmaktadır. Yolların nihayete erdiği noktada deruni seyrin menzili Allah'ın huzurudur.
Hekimoğlu İsmail, Kalbin Ayağıyla Yürümek'te o huzurda insanın güzel karşılanmasına sebep olacak, aynı zamanda dünya hayatını da saadete erdirecek evrensel kıymetini hiç yitirmeyen kulluk tavır ve davranışlarının nasıl olması gerektiğini, canlı ve hayatın içinden misallerle anlatıyor.
Allah'ın sevdiği haller ile hallenmeye ve sevmediği vasıflardan uzak durmaya çalışanlara yol haritası çiziyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder