25 Ocak 2011

Hiç - Sadık Yalsızuçanlar



...Sahi okulu vardı bir zamanlar. Beyazıt meydanına bakan görkemli bir kapısı. Beyazıt camiine, meydana, meydandaki çınara, çınarın yanından girilen sahaflar çarşısına bakan. İki yanında polis bekleyen. Uzun saçlıları, blucinlileri ve başı örtülüleri içeri almayan.
İtiraz edenleri coplayan bir okulu vardı. Portalinde arapça yazılar yazardı. Fetihle, İstanbul’la ilgili şeyler. Girip çıkanların, ne olduğunu anlamadan mezun olduğu. Olup bitenlere anlam veremeden geçip gidilen. Kapıdan girilirken polisin, girilince rektörün, ardından dekanın, ardından bölüm başkanının nöbet tuttuğu. Bir komiserliğe bağlı. Hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğu. Hakiki’nin nemli, bunaltıcı yaz sıcaklarında buharlaştığı. Mürşid’in nemli kış soğuklarında donduğu. İlim’in şiddetli güz lodoslarında yitip gittiği. Rektör bey, derhal Çin’e gidip ilim alınız geliniz. (s: 15)

Kâinat yaratılışından günümüze tek bir manayı iç içe katmanlar şeklinde açıyor, açıklıyor ve zamana yazıyor. Biz okuma özürlülerin hakim olduğu bir zamanda yaşadığımız için, iyi okuyucuların izlerini sürmek zorundayız. (s: 75)

Siyah mektubu dikkatle okuduktan sonra geri vererek, “Bu dünyada” dedi, “sonsuz kalmayacağımıza göre, bu kadar zahmete girmek, mal toplamak, insanların işlerine karışmak neye yarar? İnsan dünyanın ardından koşarsa kulluğu bırakır. Kente inersem sürekli insanlarla uğraşacağım, erdemli bir yaşam için gerekli olana zaman ayıramayacağım. Oysa dünyaya yüz çevirip olanla yetinmeli. Artık yaşlanmışım, gençlikte yapılamayan işleri ihtiyarlıkta yapmaya çalışmalı. Git Gri’ye söyle, sonunda payımıza düşen iki bez parçasıdır. Sıcakta bu denli terleyecek, soğukta bu kadar titreyecek ve sonunda iki dilek elde edeceksin. Biri mal, öteki, insanlar arasında sözü geçen biri olmak. Dünyayı yenen İskender, denizi yarıp aşan Musa, ölüleri dirilten İsa nerede? Ben gönlümü insanlardan kurtararak Tanrı’ya ulaştırdım. Yalnız onu istiyorum. Beni bırakın. Giyinmek için bir parça koyun yünü, doymak içinse bir avuç arpa aşı yeter bana. Bu dünyanın işlerini bırakmadıkça, ötedünyanınkiler yapılamaz”. (s: 136-137)

(Timaş Yayınları, 2010, 200 sayfa)



78



KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:

“Masadaki kamış ve kâğıtların, mürekkep ve divitlerin, sehpadaki küllüğün, mutfaktaki tek kapılı eski buzdolabının kendisine ait olmadığını, nesnelerin de kendi başlarına var olduğunu, bu yüzden hiç olduğunu düşünüyor, bu yüzden evlenmek istemiyor, ev veya araba almak, hukuk bürosu açmak, kâğıda küreğe boğulmak, markalı giysiler giyinmek, ayakkabılar takınmak saçma geliyordu. Saçmaya kafa yoran hiççi yazarları bu yüzden seviyordu. Onlara yakınlaştıkça nesnelerden uzaklaşıyor, uzaklaştıkça dokunmanın ağırlığını yükleniyor, böylece kabuğunu döktüğünü, özden ibaret kaldığını, gerçekten var olduğunu, varlığın yokluktan geçtiğini fark ediyordu.

Hayata bir derviş ve bir çocuk hayretiyle yaklaşan hattat...
Varlığı anlamlandırma çabasındaki bir modern zaman dervişi eşyaya ve olaylara nasıl bakar?

Altı yılda bitirdiği hukuk eğitimine metelik vermeyip hayatını kaleme, kâğıda, hüsnühatta adayan dervişin irfan yolculuğu...

Usta yazar Sadık Yalsızuçanlar'dan eşsiz bir anlatı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder