“Oğul, sen çok zeki bir evlatsın, amma her kimde ki şu özellikler yoktur, aklı tam sayılmaz. Kişi odur ki dünya malından ihtiyacı kadarını alıp fazlasını yoksullara dağıta. Tevâzuyu şereften daha fazla seve. İlim istemekten bıkmaya. Başkalarının ihtiyaçlarını gidermeyi küçük görmeye. Başkasındaki iyilikleri büyütüp kendi iyiliğini hiçe saya. Herkesi kendinden üstün göre…” (s: 161)
“Oğulcuğum! Selim ve ince zevki hiçbir medeniyetten aşağı kalmayan atalarımızın çiçeğe bakışı, tabiatın her güzel şeyini sevmiş olmanın tezahürüyle onu üretmek, çoğaltmak ve gelecek nesillerince yetiştirilmesine zemin hazırlayarak görünür kılmaktı. Türk, çiçeği ve bahçeyi atasından gördüğü bir gelenek diye de, dininin bediî anlayışı olarak da sevmiştir. (s: 165)
“Hani sana daha evvel lalenin evden kaçmış kızımız olduğunu söylemiştim ya!”
“Kara Şahin Ağam ile size ikinci gelişimizdi. Ama “kaçmış” dememiştiniz, “kaçırılmış” demiştiniz.”
Yeye “kaçırılmış” kelimesini söylerken sanki Pit-Jan bu işi yapmış gibi gözlerini ona çevirmiş, ama hem Hafız Çelebi, hem de Bican Efendi buna kahkaha ile gülüp onun gönlünü almışlardı. Hafız Çelebi anlatmaya devam etti:
“Kaçırılmış demiştim ha!.. Evet, kaçırılmıştı. Kaçıran adam da Muhteşem Süleyman Han asrının Avusturya maslahatgüzarı Busbecq nam Frenk idi. Senin dikkatini çeken kelimeyi laleye isim olarak işte o koymuş.Yani tıpkı lalenin kendisi gibi adı da oralara İstanbul’dan gitmiştir. Biliyor musun, şu bizim Bican Efendi ile Vanmour Ağa’nın tekrarlayıp durdukları “tülp” kelimesi “tülbent” kelimesinden türemiştir.
“Nasıl yani efendim?”
“Busbecq Efendi, hatıratında anlattığına göre, Ayasofya civarındaki kahvehanelerden birinde otururken yanlarına gelen delikanlının birinin serpuşu kenarında bir lale goncası görmüş. Taç yumağında kırmızı kadifeleri yeni görünmeye başlayan küçük bir gonca imiş bu. Delikanlı sevdiğine “gönlüm sende” demek istediği için kulağının kenarına bu goncayı iliştirmişmiş.”
“Busbecq kendi ülkesinde kulak kenarına çiçek takma adetini bilmediği için eliyle laleyi işaret ederek delikanlıya sormuş ‘Bu başındaki de ne?’ Delikanlı serpuşuna iliştirdiği goncayı unutup onun, sarığını kuşatan bezi kast ettiğini sanarak ‘Tülbent!’ demiş. Elçi de çiçeğin adının tülbent olduğunu zannederek dostuna yazdığı mektupta adını ‘tülipent’ diye yazmış. O günden sonra Felemenkler gurbete düşen kızımızın adını Tulipan olarak çağırmışlar. Hatta daha sonra Avrupalı diğer devletlerin diline de buna benzer kelimelerle ‘tulpan, tulipano, tulip, tulipe’ olarak geçmiş.” (s: 211-212)
(Kapı Yayınları, 2009, 466 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde. Lale, bağıma taç ve ben ona muhtaç.
Kapa gözlerini ve dinle sakî, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!.. İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgarları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.
Uyan sakî, lale devrindeyiz!...
Rüya gibi bir İstanbul, ülkeler arası entrikalara yol açmış bir çiçek, zengin çağrışımlı bir Osmanlı tarihi, hep merak edilen saray ve aristokrasi, isyana kadar varan taşkınlıklarıyla fakir halk, sınır tanımayan bir eğlence ve zevk dünyası, bütün bunların arasında derin bir aşk hikayesi ve korkunç bir cinayet... Nefes nefese bir kovalamaca, heyecanlı bir macera...
Yine İskender Pala’nın usta kaleminden.
Çok güzel bir sayfa burası...Görüşmek umudu ile..
YanıtlaSil''Merhaba''
Sevgili Akheneton,
YanıtlaSil"Merhaba" hoşgeldiniz.