Çocukluğun Labirentinde
Ortada dişe dokunur bir şey yokken hiçbir şey yokken buna rağmen dopdolu içini boşaltılmayı bekliyor.
Adın ne diye soruyorlar.
- Adım R. Ö., diye cevap veriyorum.
- Kimsin sen?
- Bilmiyorum.
- Ne iş yaparsın?
- Bilmiyorum.
Dolu dizgin iki yaz Ramazanı ve iki yaman kış Ramazanı yaşamış biri.. açlığın, susuzluğun doruğa ulaştığı demde göğün rahmetini yeryüzüne yönelttiğine kaç kez tanık olmuş bir günahkâr.. onun, heves dolu, içli hıçkırıkları boğazının düğümünü çözmüş, onu serazat bırakmışken, o baş döndürücü teslimiyet haline uysalca kendini bırakışı..
O yitmişlik, kendini yitirmişlik halini bilmenizi isterim.
Bir tür ölüm halini..
Ölmeden önce ölmeyi denemek isteyen birinin tam da bunu denemek istediği esnada, kendini ölümün ortasına bırakmışken çevreden gelen minicik bir uyarı ile tedirgin oluşu.. ve birden ölüm halini terk ederek dünyanın en dünyalık haline bodoslama toslaması..
Demek ki, diye düşünüyor: ölmeden önce ölüm hali, belki dile kolay geliyor, ancak denemesi bir ömür sürebilecek yaman bir sınavdan geçmeyi gerektiriyor.
O sınava hazırlanmak bütün bir ömür boyu sürecektir. Hadi daha kestirmeden ve kabaca söyle: ölüm ânına kadar.. yani bazı insanlar için ölmeden önce ölmeyi denemek boş bir çaba olarak görünebilir.
Böyleyken onu denemeye çalışmak gene de tebcil edilmeli.. teşvik edilmeli.. belki kutsanmalıdır..
Karlı Ramazan günlerinde yazın en boğucu sıcaklarını özlemek ya da tersi: boğucu sıcakların en boğucu olduğu mevsimde sulusepken kar yüzünü yalarken, akşamın dar vaktinde koltuğunun altında sıcacık bir pideyle evininin yoksul duvarlarına sığınmaya doğru aceleci adımlarla mesafeleri arkasında bıraktığı bir günün hayalini belleğinde yeniden yaşamak..
Bütün bunlar insanı çocukluğunun labirentlerine sürükleyebilir. O labirentlerde anneannenin şefkatli kollarıyla karşılaşılabilir. Belki beş altı yaşlarında falandır. Oruç tutmaya hevesleniyor. "Olur" diyorlar. Ancak daha kuşluk vakti acıktığını, bahçede çiçeğinden yenice kurtulmuş can eriklerinin yemyeşil, diri, ağız sulandıran duruşunu ağzı sulanarak seyrediyor.
Birden, ağzının:
-Nine? diye seslendiğini fark ediyor.
Nine cevap veriyor:
-Ha canım...?
-Nine erik yersem orucum bozulur mu?
-Can eriği çocukların orucunu bozmaz.
Ninenin cevabı bu, kesin. Çocuk, ninesine minnetle bakıyor. Nine, dalından bir can eriği kopartıyor, çocuğa uzatıyor. Çocuk, eriği ağzında kütürdetiyor. Orucunun bozulduğunu biliyor aslında. Ama ninenin şefkatini sonuna kadar anlıyor, daha fazlasını da anlamaya çalışıyor. Yapılan bu iyiliği unutmayacaktır. Bu iyiliğin bedelini, orucun geri kalan kısmını akşama kadar oruçla aç kalarak ödemeye azmetmiştir.
Oruçla bu ilk sınanma harikuladedir. Çocuk ilk kez Allah'ı kandırmanın mümkün olmadığını kendinde ve derinden duyumsuyor. Minicik bir erik tanesini çiğnemenin karın doyurmakla ilgisi bulunmadığını, bunun ilkesel bir olgu olduğunu ayrımsıyor. O küçücük erik tanesini yemese de ölmeyeceğini artık öğrenmiş bulunuyor. Olayın aç kalmakla ya da karın doyurmakla ilgili bir şey olmadığını, olayın bir ilke sorunu olduğunu kavrıyor.
Çocuk, bu deneyinden kimseye söz açmıyor. Ama gelecek sefere aldanmayacağını, oruç tutmayacaksa eğer bunu mertçe yerine getireceğini ve daha önemlisi oruca mertçe sığınacağını öğrenmiş ve kabul etmiş bulunuyor.
Ninesinin yumuşacık eline sarılırken, orucum bozuldu, ama bunun diyetini ödeyeceğim fikri zihninden geçiyor. Bahçede yan yana dolaşırlarken artık canı ne erik, ne başka bir şey istiyor. Sabırla akşam ezanını bekliyor.
Hiçlik ve boşluk yoktur, boşluk adı verilen şey, öyle kabul edilmiş bir anlamın karşılığıdır, düşüncesi çocuk zihnini tepe tepe dolduruyor... (s:192-195)
(İz Yayıncılık, 2009, 248 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Çağdaş Türk hikâyeciliğine yepyeni bir çehre ve yerli bir boyut getiren Rasim Özdenören, hikâyelerinde bireyin bilinçaltı derinliğine inerek ruhsal çözümlemelerde bulunurken, susturulmuş ve bastırılmış duyguların dış dünyanın gerçekliğiyle çakışmamasından kaynaklanan insanlık trajedilerini, olayın sosyolojik, tarihsel, ekonomik temellerini de vererek doyumsuz bir üslûpla anlatır.
Kesin ve köklü bir kültür değişiminin yaşandığı ülkede, bu değişimin kuşaklar arası iletişimsizliği nasıl derinleştirdiği, giderek nasıl kopma noktasına gittiği işlenirken insan olgusu sadece dış yapısı ve davranışlarıyla ele alınmaz; onun bilinçaltı boyutu ve zihinsel macerasının topografyası da ortaya çıkarılır.
İmkânsız Öyküler, yazılış tarihi, biçim ve içerik olarak, kısacası her anlamıyla yeni öykülerden oluşuyor. Her biri yoğun dil işçiliğinin ürünü olan bu kısa, derinlikli ve vurucu hikâyeler, sadece Rasim Özdenören hikâyeciliğinde değil, Türk hikâyeciliğinde de yeni bir yol açacak gibi görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder