“Cenneti dünyada bulmanın yolu tasavvufî terbiyeden geçer. Gerçek cennet olan huzur ve mutluluk, aynı terbiyenin sonucu olarak hürriyete kavuşmakla neticelenir. Bu bakış açısından tasavvuf, insanın insanlığını bulma yoludur vesselam.” (s:14)
Tasavvuf güzel ahlâktır. İç ve dış edebiyle edeplenmektir. İç edep; her yerde ve her şeyde Allah'ı temâşâ (zevkle, hayranlıkla seyretme) edebilmektir. Hocamız'ın (Ken'an Rıfâi Hazretleri) dediği gibi, fiildeki hakîkî fâili görmektir. Dış edeb ise; içten gelen edebin terbiyesiyle herkese ve her şeye eşit muamele edebilmek, hürmet edebilmek, hoş görebilmek ve Allah'ın emirlerine uyabilmektir. (s: 16)
Huzur, huzurda olmak demektir. Allah'ın huzurunda olan kişi her an huzurdadır. Onun huzurunu kimse kaçıramaz.(s: 54)
Allah öyle vericidir, öyle vericidir ki sen niye tek şey isteyerek ona sınır koyuyorsun. Meselâ "Allah'ım bana ilim ver" dedik. Çok güzel bir duâya benziyor bu duâ. Fakat bir kere sınır koyduk. Belki aynı anda hem sıhhat, hem ilim, hem aşk, hem tevâzu verecek. Biz oradan yalnız ilmi çekip almış olduk. İkincisi, istediğimiz ilmin bizim henüz ne seviyede olduğumuzu bilmediğimiz için bizi benlik ehli yapıp yapmayacağından da emin değiliz. O halde burada duayla, Allah korusun, haddimizi aşan istekte bulunduk. Ârif-i billah öyle duâ etmez. Ârif-i billah der ki; "Allah'ım benim için hayırlı olanı bana nasip et." İşte duânın özü budur. Duâ Allah'la insan arasında ilişkiyi artırmak için bir yoldur sadece. Yoksa Allah'tan bir istekte bulunmak değildir. Ha! "İste ki vereyim, dile ki vereyim" emri var. Biz de kuluz. Tabii ki isteyeceğiz. Kulluğumuzu hatırlatan bir şekilde istersek, o zaman duânın mânâsı zuhûr ediyor. Yani "Hakkımda hayırlı olanı sen benden daha iyi bilirsin Allah'ım" demek, istemenin en güzel şeklidir. Allah hepimize nasip etsin inşallah. Çok önemli bir mahâret. (s: 58)
Edep hiçbir sûrette kendine vücut vermemektir. Kendinde varlık görmemektir. Yani Allah'a giden bütün yollardan maksat edebtir. "Edep nûr-i ilâhiden bir taçtır, onu başına giy nereye gideceksen git," diyor sultanlar. Edebi olmayanlar iki dünyada hüsrandadır. Riyâ, kibir, yalan, övünme, asılsız dedikodu gibi bütün fenâlıklar hep kulluğu yapamamaktan, kendimizi aradan kaldıramamaktan ileri gelir. Eğer biz dâima Hakk ile beraber olursak, ondan başka bir şey görmez, bilmezsek kime kibir edeceğiz, kime gıybet edeceğiz? Çünkü bütün bu vasıflar halk ile olan muameleye mahsustur. Ama halkı görmez olursak, bu takdirde ne haset kalır, ne riyâ ne kibir. Yani "Bana bunu Ahmet yaptı, Mehmet işledi" yahut "Ayşe beni üzdü" demektense, "Allah beni böyle bir muameleye maruz kıldı. Gariban birisi de -zavallı- arada aracı oldu," diyebilmek insanın huzura ermesi demektir. (s: 74)
Namaz bir çok yerde, Kur'ân-ı Kerîm'de "salât" olarak geçiyor. Salât, sıladan ayrı olmak demektir. Ezeldeki âlemimizden ayrı olmak demektir. Esasen insan için namaza başlama vakti yedi yaştır; çünkü şerîat ehli der ki "Yedi sene doğduğu yerden ayrı olan insan hastalanır, içini sıla özlemi sarar." İşte namaz, insana geldiği yeri hatırlatan ve onu huzura kavuşturan bir ibâdet olduğu için de çok önemlidir. (s:200)
Varlığı terk, kendini ortaya koymayı terktir. Ama bu en zorudur. En zoru "ben" demeyi terk etmektir. Kullanırken bile "Ben yaptım, ben ettim" diyoruz. Halbuki neyi biz yapıyoruz ki? Biz birer musluğuz. Musluk Allah tarafından açılmazsa, hangimizden hangi söz zuhûr edebilir? Şurada bakıyoruz ne büyük âlimler bir anda alzheimer hastalığına uğradıkları zaman bir anda akıllarını kaybediyorlar. Neye gücümüz yeter ki? Ne var ki elimizde? (s: 241)
(Nefes Yayınları, 2012, 251 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
“Tasavvuf insanın kendi içine yaptığı yolculuktur.”
Tevhid erbabı olanlara bahşedilen tasavvuf ilmine giriş için mükemmel bir el kitabı…
Cemâlnur Sargut Hanımefendi’nin radyo konuşmalarından derlenen bu kitapta tasavvuf, edep, kaza-kader, tevhid, namaz, hac ve kurban konuları hem zâhirî hem de bâtınî yönleriyle açıklanmıştır.“İblis neden İblis olmuştur?”
“Miraca yükselme biz insanlar için nasıl olacaktır?”
"Haccın içindeki kurban kesmenin gerçek mânâsı nedir?”
“Nefsin terbiyesinde nasıl bir yol izlenmelidir?”
“Nefis hilm kılıcıyla nasıl kesilir?”
“Cemâl ve celâlle terbiye nasıl olur?” gibi soruların cevaplarını da okuyucu bu kitapta bulacaktır.
“DİNLE” diye seslenen Mevlânâ’nın bu kaynağı “OKU” diye başlayan Kur’an-ı Kerim’dir.
İşte bu okunanları Cemâlnur Sargut’un kendine has uslûbundan dinlemek isteyenlere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder