Türkiye'de leyleği son defa 2003'te, Bozüyük'te görmüştüm. Aynı yıllarda İspanya'da, Sevilla şehri kırsal bölgesinde çok mutlu ve azametli leylekler gördüm.
1990'lı yıllara kadar, İstanbul'dan Silivri'ye giderken,ortalama dört veya beş leylek görürdüm.
1996 yılında leylekler karayolu geçmeyen, iç kısımlara çekildiler.Şimdi acaba orayı da mı terk ettiler? (s:21)
***Yukarıdaki satırları okurken Hüsrev Bey'e göre ne kadar şanslı olduğumuzu düşündüm. Çünkü leylekleri en son bu yazın her zeytinliğe gidişimizde, yol ayrımındaki yaprakları olmayan kurumaya yüz tutmuş ağacın dallarında görüyorduk. Küçük kızım havalar soğuyunca, leyleklerin daha sıcak memleketlere göç ettiklerini öğrenince şu serzenişte bulundu: "Keşke leylekley hıykalayını giyseleydi."
Kuran-ı Kerim'e göre, inanan insan ile inanmayan insanın yazılım programı aynıdır."Biz insanı Ahsen'i takvimde yarattık" ayetini "biz insanı en iyi yazılım programı ile yarattık" anlamında yorumlamak mümkündür (Tin Suresi 95/1,2). Aynı surede,"sonra onu aşağılıkların en aşağısı yaptık" deniyor. Kur'an-ı Kerim'e göre, hiçbir insanın yazılımında şeytanın etkisi yoktur. Günahkarlar yaradılışları kötü değil, sonradan şeytanın yazılım programını kapmış virüslü kişilerdir. (s:53)
"Gel gel beri ki savmü salâtın kazası var
Sensiz geçen zamân-ı hayatın kazası yok" (Nesimi).
Anlamı: Gel, bana doğru gel, orucun ve namazın kazası var, fakat sensiz geçen hayat ânının kazası yok, telâfi edilemez. Yaratıcının varlığını hissetmediğimiz bir ânın, yeniden yaşanması imkânsız. Kaybolmuş bir zaman sayılır. (S:88)
Meselâ Tevrat'ta da, İncil'de de, Tanrı'nın bütün insanlarla, teke tek bir sözleşme yaptığı anlatılmaz. Bu sadece Kuran'da vardır ve İslam dininin başlıca özgünlüklerinden biridir. Tanrı'nın, dünyaya gönderilecek olan her insan ruhuna "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye sorması ve onların bütününün "Evet" cevabı vermiş olması, çok önemli bir noktadır. "Elestü bi rabbiküm, ben sizin Rabbiniz değil miyim"sorusu ve bu soruya bela= evet cevabı verilmiş olması, hiçbir insanın (yalnızca hiçbir müslümanın değil) günahkâr olarak doğmadığını gösterir. Çünkü Hitler de, Stalin de,Cengiz de, Napoleon da istedikleri kadar kasılsınlar, Tanrı'nın "Rab" olduğunu tasdik ederek, onun sorusuna "evet" diyerek doğmuşlardır. (s:103)
(Dergâh Yayınları, 2008, 192 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
Oyun biter, herkes gider, ışıklar söner ve sahnede sadece dekorlar kalır. Bu trajik bir yalnızlıktır. Ancak inanan her fani bunun mutlak bir son olmadığını bilir.
Hüsrev Hatemi bu çerçevede "ortadan kaybolan siret ve suretleri sevgiyle hatırlayalım" diyor, şöyle devam ediyor: "Aragon, dekorlar kaldı geride derken, kendinin kaybettiği suret ve siretler ve kendisine kalan dekorlardan bahsediyordu. Şimdi Aragon da onu seven Attila İlhan da yok. Onlar da benim kayıplarım arasına katıldı. Aragon'dan kalan dekorların bir kısmını ve Attila İlhan'ın dekorlarını, veraset ve intikal vergilerini ödeyerek ben devraldım. Mesela kuşları, değirmenleri... Bazan dekorları biraz unutarak, kaybolan suretler peşine düştüm. Muhammed ikbal'i, Mehmed Akif'i, M. Guizot'yu, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'nu, Bergson'u ziyaret ettim." Bu ziyaretlerin neticelerini öğrenmek isteyenler için elinizdeki kitap bir kılavuz olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder