22 Kasım 2012

Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu



...Oğlan çocukları ne severler? Oyuncak arabalar? Futbol? Mahallî hediyelik satan bir dükkânın çocuk kısmında bordo mavi giyim kuşamın önünde duruyorum. Cici bir tezgâhtar kız yanıma yaklaşıyor.
"Kaç yaşında?" diye soruyor gülümseyerek.
"Bilmem!" diye cevap veriyorum.
"Yoksa bebek mi henüz?" diye soruyor daha da içten gülümseyerek.
"Henüz tanışmıyoruz" diye mukabele ediyorum ben de gülümseyerek.
O bir mânâ veremiyor, ben anlatmaya kalkışmıyorum. Yine de irili ufaklı bir sürü şeyi sardırıyorum. Bu kadar çok ufak tefeği hiç bu kadar bilinmez muhataplara almamıştım. Çantam, kim için olduğunu bilmediğim hediyelerle dolu. Olsun! Ben çantamı hazır ettim, nasibi olan yoluma çıksın. (s:97)




İranlı Hafize Hanım "Bakın" dedi, "Şu bizim Karagöz bahçesinde Feyyaz'ın oyunlarından birini seyretmişsinizdir mutlaka."
Onay geldi, "Elbette" .
Feyyaz, Trabzon'un meşhur Karagözcüsüydü ve burada hazır bulunanların hepsinin yolu hiç olmazsa çocukluklarındaki Ramazan gecelerinden birinde ya da bir bayram günü o bahçeden geçmişti.
"İşte o perdenin üzerinde konuşan, edip eyleyen, didişen, sevişen, kavga edip barışan onca suretin hepsi de birer gölge değil mi?"
"Öyle."
"Peki. Perdenin arkasına geçebilsek; o zaman onların asıllarını, daha önemlisi onları hareket ettiren eli fark etmez miyiz?"
"Elbette."
"İşte bu dünyadaki her şey o kadar gölge. Perdenin bu tarafında hepimiz birer gölgeyiz aslında. Oyun bittiğinde bir püf!", muhayyel bir mumu söndürür gibi boşluğa doğru üfledi, "Mum söner. Oyun biter. Bütün suretler de Karagözcünün kutusunda bir araya konur, kaldırılır. Geriye ne suret kalır ne perde."
Güneş iyice eğilmiş, güllerin üzerinden kayarak halının kenar suyuna kadar ilerlemişti. Şerbetler, çörekler ikram edilirken Hafize Hanım'ın yanına sokuldu, kulağına eğildi Büyükhanım.
"Peki, her şey bu kadar gölgeyse bunca acı ne olacak?"
İranlı Hafize Hanım'ın kalbine gömdüğü kim bilir kaç acıya, bunların arasında dağ gibi bir delikanlının ve bir kocanın yasına, onun bu zamana acının kıymetini büyüte büyüte gelmiş olduğuna Büyükhanım da tanıktı esasen. Merak ettiği buna nasıl dayanılır, nasıl katlanılırdı?
"Büyükhanım" dedi İranlı Hafize Hanım. "Her şeyin gölge olduğunu bir kere fark edince, artık can acısa da bir acımasa da bir. O zaman bitmez zannettiğin her türlü çile de biter. Hem öyle bir biter ki artık bitse de fark etmez bitmese de fark etmez." (s:202)


Çok geçmeden kendimizi Kabataş'a demir atarken bulduk, fakat emiri emir kesti. Daha Kabataş'a çıkmadan, bu kez Çatalca'ya çıkacağımız emri geldi. Anlayamadık ki ne oluyordu? Çatalca. Şunun şurası İstanbul'un leb-i deryası, burnunun dibi. Demek Bulgarlar Çatalca'ya kadar varmışlardı. İyi de bu nasıl oluyordu? Fatih Sultan Mehmed'in Çatalca için, "Bu şehri Allah'a emanet ettim" dediğini hatırlattı kumandan. Emaneti korumaya, bağrımızda saklamaya gelmiştik. Eğer gerçekten söylendiği gibi Osmanlı ordusunu Kırkkilise ve Lüleburgaz'da geri püskürten Bulgarlar Çatalca'ya kadar vardıysalar, rıhtımları dolduran, hiçbir şeyi beğenmeyen, her şeye dudak büken şu beyefendilerin burada, gündelik hayatın telaşesi içinde ne işleri vardı? Nasıl çıldırmıyorlardı? Nasıl hiçbir şey olmamış gibi yaşıyorlardı? Biz deniz üzerinde günlerdir her şeyden habersizdik. Oysa onlar biliyorlardı. Biliyorlarsa nasıl dayanıyorlardı? Yoksa İstanbul'un yine kadirbilmezliği mi tutmuştu? (s:206-207)


(Timaş Yayınları, 2012, 535 sayfa)


IMG_1581


KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN


Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman. Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü ... Trabzon'da ve Tebriz'de doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak ... Aslında çok ırmak...Tebriz'in meşhur halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra…
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar,muhacirlik, tehcir, mücadele, kader... Farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu'nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. Nar Ağacı bir Doğu masalı kadar zengin, hayat kadar güzel, hayat kadar gerçek bir hikâye...İncelikle işlenmiş karakterleri, zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle yıllarca unutulmayacak bir kitap...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder