"DAĞINIK DÜNYA" başlıklı hikâyeden:
Birkaç yıl önce, daha yeni evliyken, sayım günü eve gelen üniversiteli genç kızla delikanlıyı hatırladı: “Mesleğiniz nedir efendim?”
“Şeyy (hukuk fakültesi bitirdim diye hukukçuyum diyemem ki…), herhalde…ev kadınıyım.”
Delikanlı tereddüt ettiğini görünce bu kez Kadir’e sormuştu:
Delikanlı tereddüt ettiğini görünce bu kez Kadir’e sormuştu:
“Bayanın mesleği hanesine ne yazalım efendim?”
“Kendisi hukuk mezunu ama mesleğini yapmıyor.”
Genç kız da daha önce Gülnihal’e hiç dikkat etmemişken, “Demek hukuk mezunusunuz…” diyerek ilgi göstermişti.
Öyle tabii. Başka ne olabilirdi ki… “Ama olmalıydın!”, diye yükseliyor içinden bir ses. “Yüksek idealler dört duvarın arasına kapanmanı engelleyemedi ve sen hırçınlaştın. Sinirlisin, dağınıksın ve geçimsizsin. Geçmişteki mücadelelerinin karşılığını bulamadığına inanıyorsun. Çevrendeki insanların durumunu anlayamayacağını düşünüyorsun. Bu yüzden uyumsuz ve aldırışsızsın. Asıl ait olduğun hayattan koparılmış hissediyorsun kendini, asıl yaşanması gereken hayattan yalıtılmış sayıyorsun. Gerçek durumunu değerlendiremiyorlar diye herkesi suçluyor, her şeye olumsuz yaklaşıyorsun. Çalışan kadınlarla konuşurken ev kadınlığını evde çocuk bakımını yüceltiyorsun ama yeterince inanmıyorsun konuştuklarına. İnansan bile, kendini yıpratarak, didikleyerek koruyorsun inancını. Kaldı ki, yaşadığın hayat inandığın hayata pek benzemiyor, belki de hiç benzemiyor. Haydi itiraf et…” (s: 180-181)
(Nehir Yayınları, 1996, 227 sayfa)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
...Resim onun için 'aşk'tı, 'sevgili'ydi, sevginin yerini tutmuştu. Ama bir de insana yönelik o büyük acı vardı yüreğinde taşıdığı. Bir gün onu peşinden sürükleyip götürecek kadar kuşatıcı acıma dalgaları... Çizgiler elinden kayıp gidiyor, tuvalde bir yüz... gülmeyi unutmuş bir yüz, acı çekmiş bir yüze dönüşerek, acı dalgalarıyla canlanıveriyordu. El-Greco'nun insanlarına, acının olgunlaştırdığı, saydamlaştırıp melekuti bir ifade kazandırdığı insanlarına benzer yüzler, düşlerin hapsedildiği dalgalarda, duyarlılığını paylaşacaklardı....
Son olarak soyut, iç mücadelelerini tasvir eden kırık çizgilerle donattığı birkaç kara kalem resim yapmıştı. Taif bağlarında gönüllere süzülen bir ışık huzmesiydi Hz. Muhammed(S.A.V). Simasında tasavvur ettiği hüzünlü göçebe gülüşü ışık huzmesine dağılmıştı. Ayakları çalı dikenleriyle kanamıştı. Delilikle, sihirbazlıkla suçlanıyordu. Sadık eşi Hatice'yi ve hamisi amcası Ebu Talib'i yitirmişti. Haticesiz Nebi, Taif'te çocuklar ve serserilerce taşlanıyordu. Mübarek ayaklarından kanlar akıyordu. Sığındığı bağda bir asma kütüğünün gölgesindeki yakarışını renklerle resmetmeye çalışmıştı.'Sen acıyanların en merhametlisisin. Sen zayıfların, ezilmişlerin Rabbisin. Sen, benim Rabbimsin.'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder