BİR TOPRAK İLAHİYATÇISIYLA KARŞILAŞMA
…Biz burada onun(Dostoyevski) yazarlığına değil; pek az bilinen, Türkiye’de nedense hiç konuşulmamış bir yanına değineceğiz: Onun Rusya için ifade ettiği siyasi değeri irdeleyeceğiz biraz.(s:46)
Şöyle bir söz vardır: “Ne gülüyorsun! Bu anlattığım senin hikâyendir” diye. Şimdi burada anlattığımız hikâyenin bizim, Türkiye’nin hikâyesi olduğunu söylemeye gerek var mı? (s:50)
“Puşkin Üzerine Konuşma “ Olayı: Tarihi Konuşmayla İlgili Dostoyevski’nin Birkaç Notu
Dostoyevski, tarihi konuşmayı yaptığı yıllarda “Bir Yazarın Not Defteri” diye biğr dergi çıkarıyordu ve konuşmasına bir ön söz yazarak, bu dergide tekrar yayınlamıştı. …bu ön sözden ilginç birkaç satır aktaralım.
“Konuşmam büyük tepki uyandırdı.Konu Puşkin, Puşkin’in önemiydi…
Derin sezgisi, dehası, ve ap ak Rus yüreğiyle Puşkin, çağdaş aydın toplumumuzun tutulduğu hastalığı belli başlı belirtileriyle görüp ortaya serenlerin ilki olmuştur. Puşkin’in ele aldığı toplum katı, bu topraktan köklerini koparmış, halkın üstüne çıkmış ufacık bir zümreydi. Puşkin bu zümreyi kurcalayıp aramızdaki olumsuz adam örneğini bize gösterdi. Huzursuz, istediğini bulamamış bir adamdır bu. Kendi ülkesine, kendi ülkesinin gücüne inancı kalmamıştır. Sonunda hem Rusya’yı, hem de kendini inkâra kadar varır…Petro’nun devrimlerinden sonra içimizde beliren bu korkunç toplum hastalığını bulup çıkaran insanı, onun akıl ve daha yüceliğini ne kadar övgüyle, sevgiyle ansak yeridir…” (s:50-51)
Sonra, muarızlarının ağzıyla kendisine seslenir Dostoyevski, bu ön sözde:
“Biz insancıl kişileriz, biz Avrupalılarız. Niyetimiz, sırası geldikçe halkımızı kalkındırmaktır. Halkı kendi katımıza yükselteceğiz, eğitimin temellerini atacağız, halka geçmişini inkâr ettireceğiz, bizim zorumuzla halk geçmişine lânet okuyacak, halktan birine okuryazarlığı öğretir öğretmez, ona Avrupa’nın tadını tattıracağız. Avrupa ile, Avrupa hayatının inceliğiyle, kültürüyle, Avrupa’nın geleneklerini, giyimini kuşamını, içkilerini, danslarını öğretip başını döndüreceğiz. Kısacası bu halk ayağındaki çarıktan, içtiği kvastan, eski şarkılarından utanacak, yerin dibine geçecek. …Yani her çareye başvurup halkın zayıf noktalarına dokunacağız ki zamanla halk bizim olsun. Halk bizim olunca giyinişinden utanacak,geçmişine lânet okuyacak. Senin o ipe sapa gelmez palavralarından, o Ortodoks dininden söz açamayız biz…”(s:52)
KİTABIN ARKA KAPAĞINDAN:
James Joyce'un sözü, aslında birçok yazarın edebiyat etkinliğini, o belli belirsiz türe dahil ediyor: "Kingstown İskelesi, dedi Stephen, yalnızca hayal kırıklığına uğramış bir köprü…"
Bu kitap, hayal kırıklığına uğramış bu köprülerle epeyi içli dışlı olmuş bir yazarın çalışması. Sulara doğru uzanmış bir tahta iskeleyi, karşı kıyıya doğru uzanırken önü kesilmiş olarak hayal etmek, iskeleye bir "hayal" izafe etmek, sonra da onun “kırıldığını" ima etmek...
Yazarların çoğunun, bilerek veya bilmeyerek burnunu soktuğu bir alan bu. Umudu umutsuzca vurgulamak, umudu umarsızca ve şiirsel bir ısrarla vurgulamak, bu yazarların en önemli özellikleri aslında. İsmine en çok "modern" denilen hayat tarzının, aynı zamanda büyük karakter sahibi de olan büyük yazarlarda bıraktığı izler, yaralar, gerçekten merak etmeye değer. Çünkü içinde yaşadığımız zamanı ve hayatı daha derinden kavrayabilmemiz için, daha "yeni" kavrayabilmemiz için, onların hayal kırıklıklarına eğilmek zorundayız.
Selahattin Yusuf'un, hayal kırıklığına uğramış iskelelere doğru yıllar boyunca yaptığı uzun yolculuklar, sevdiği yazarların bazılarıyla kurduğu yakınlıklar, bu kitabı ortaya çıkardı.
Umarız, hayatı ve edebiyatı daha iyi anlamada Türk okuruna bir katkısı olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder